17 Haziran 2017, Cumartesi
saat: 20:53


ÜŞÜYEN SOBA MANİFESTOSU

Beş para etmeyen yüzleriniz buraların Yazısıysa bu gece,
Turanızın rezillikleri gizlidir, silinir sanmayın.
Düşene tekme vuran dilleriniz kesilse de bir gün,
İrin kaynar o kahpe kalpleriniz.
Her biriniz, öyle leş kokmaktasınız ki
Kendi çakallıklarınızın gölgesinde,
Unutursunuz sırtlanlığınızın kansız hayasızlıklarını.
İnkar etme, iftira etme kendi küflü zihniyetinle.
Ne yazık ki
O pür-ü pak alınlarınıza tükürülse bile
Yarabbi şükür der yine de çekersiniz peşkeşliği leşlerinize,
Kalleşlikler, densizlikler ve de şerefsizliklerinize yok bir çözüm,
diyecek tek sözüm,
Altını düşüren de çıkaran da yaradanım,
Çekilen o yerler dahi çoğunuzdan daha paktır,
Oralara ittirilen, kimsesizlerin çoğu,
Ensesi kalın, bileği ince, gevşeklerin paravanıdır çoğu vakit.
Ekmek parası için koyar ömürlerinin ipoteğini parmaklıklara,
Ya da çoğunu sizden biri düşürmüştür oralara,

Ama Rabbim düşmanın bile mertini versin adama,
maskara etmesin hiçbir çakala.
Gelip topal bir çelme takılıverir adam gibi adama,
bir dedikodu uyduruverirler adına,
uymadı ya duruşu çıkarlarına,
Sonu yalnızlık,
sessiz bir karanlık çöker zamanla omuzlarına,
onurlu bir alınyazısıdır ,mertliğin sonu.
Yavuz olup asılanlarla,
hınbıl olup basılanların arasında kalanlar,
yönetir bu çivisi çıkmış dünyayı…

Eksiklik ve yitiklikle sınanırken birileri.
Şükür dile, hamd kalbe, girebilseydi eğer,
Ve her iyi niyeti, mundar etmeseydi zalimler,
Belki gülerdi yüzleri yetimin, iyinin, iyide diretenin…
Sürüklenip gitmezlerdi, çocukken büyü denmezdi, yemi olmazlardı açgözlü bencillerin.
En acısı da
bile bile karşınızdakinin samimiyetsizliğini, susmaktır.
Sonuna kadar, tam gaz basmaktır o ters istikamette.
Nereye varacağını değil varamayacağını bile bile gitmek gerekir bazen,
Çakılmadan duracağını bilebilmek, uçurumun kıyısında yürüyebilmek, insan kalabilmek adına direnenlere güç verir çünkü,
onlar düşlerini ceplerinde taşır,
gizlerler kendilerini ve meydan okurlar hayata
Onları gidişlerinden tanırsınız…
Nasıl mı?
İz bırakırlar giderken, herkes gibi yaşamaz, herkes gibi sevmez, herkes gibi terk etmezler dünyayı…
durulmaz olundu mu çıkmazlarda,
kaçmak gerekir işte,
acımamak için acıtmak yerine,
gitmek gerekir kimi kez yangın yerine,
kendi ateşinin üstünde yürüyebilenler,
başarmıştır her zorluğu yenmeyi,
bu karar verme sürecinde ve bunca yük varken omuzlarda
susmak dedik o da bir yere kadar…
olmuyor işte…

Maşa olmamak için;
ateş olmak, odun olmaktan iyidir..
Ben ısıtmak için değil,
üşümemek adına soba olanların tarafındayım.
“üşüyen soba” çok eskilerde kaldı...
maşalar, küller, ateş ve odun..
çıtırtılar, alev, ve göğsümde kaynayan güğümler…
bir etki edemezler bana bu saatten sonra.
ölmeden ölmek,
sönmeden yanmak…
üşüyenlerin işi…yüreği kavrulsa da...

Şairler, yazarlar ah hep bu sanatçı tayfası…
“Ne gereksiz, ağdalı cümlelerle karıştırmışlar kelimeleri de bir şey anlayamadık.” derler okuyunca.
Anlayın diye yazmıyoruz merak etmeyin, hissedin diye söyleriz bazen bazı cümleleri…
Sözler hissedilirse, anlaşılır,
Anlaşılırsa, hatırlanılır
ve hatırlanılırsa aktarılır…
Siz bunları sadece okuyun
ve ne istiyorsanız onu seçin.
Ya da gülün geçin her neyse..

nerde kalmıştık? kalmaz olaydık..!

Kimseye ve bir nesneye ihtiyacım yok diyenler…
İnanç kelimesini tümüyle reddetmeye inanırken karşısındakinin düşüncesini aşağılayıp, sözel şiddetin dibine vuranlar…
Yönetemediği, yetersiz kaldığı her ne varsa hepsinin acısını kendisinin altındakileri ezerek rahatlayanlar, her şeye kulp bulup çevresine hayatı zehir edenler, güvensizliğinin acısını karşına çıkan herkesi terk ederek yenmeye çalışan korkaklar, aşırı kıskançlar ve bunu aşk eldivenine gizleyerek sizin tüm duygu durumunuzu alt üst eden yetersizler ve daha neleri ve niceleri…
Bunlardan yakınırken bizlere beraber yaşamayı zehir eden ve alıp başımızı herkesten uzaklarda bir hayat düşlettiren, yeri gelip hayvanları türümüzden bize daha fazla sevdirip, iyice çirkinleşenler;

Fazlasıyla azanlar, orda burada hava basanlar,
ona buna ahkam kesip, bol keseden atanlar…
Görünmüyor mu sandınız buralardan bu halleriniz?
Sırça köşklerde, baba parası yiyerek ona buna geğiren şişme baylar,
İnanın çok sahtesiniz…
Zevkten ona buna pervasızca yönelirken,
Onun bunun karısını, kızını kandırıp, günahına girmeyi kendinize hak görürken,
Suçu kendi vicdanlarınızdan atıverirsiniz.
Ansızın yüzünüzde beliren o sahte gülücüklerin işinize gelmediğinde dağıldığı gibi.
Karşınızdakinin, sizin gördüğünüzden ibaret olmadığını kabul etmek zor elbet.
Ama değer vermek ya da vermemek bile bir saygı çizgisi ile belirlenir.
Kabalığınız, saldırganlığınız ve öfkeniz gücünüz değil, zayıflığınızdır.
Diğer tarafta yaptığınız, tüm o amacınıza ulaşmada mübah saydığınız, sahte içli hareketler…
Hem kadın da hem erkek de nasıl da iğreti duruyor.
Ele güne ,ben şöyle mükemmel bir adamım,
Ben böyle dört dörtlük bir kadınım diye, kendinizin de çok iyi bildiği o yalanlarla, gezdiğiniz günler de bitecektir elbet,
Küçük ve hakir gördüğünüz, dışladığınız o insanlardan bir gün birinin ahı, hakkı alınacaktır sizden..

Yaşamadan ölmez insan yaşattığı gerçeği…

O gerçek, birinin tutunduğu inancıysa eğer,
İflah olmuyor onlar, tutunamıyorlar bu düzende yeniden.
Ya da içinizdeki biri tarafından vahşice sonlandırılıyor yaşamları…
Sıkışıp kalıyorlar iyilik ve kötülüklerin dengesizliğinde…

Araf tecrit, araf sabır,
en zoru da bunca enkazda,
tüm bu yalanda, hala düz durabilmektir.
“Gel bir de sen başar da görelim.” Karakterin kaç okka bu vicdan çıkmazında?
Terazin her ne kadar cenabet olsa da, yürü be meydan senin…
Millete bakıyorsun, herkes herkesin kuyusunda, sepetinde, kapatıyor kulaklarını merhamete. Nasılsa herkesin kalbi hep temiz…
Emin olun sizin de ardınızda, o çok güvendiğiniz dağlarda, hani denizlerde,
Ne mercimekler fırında ne fındıklar kırılmakta, oysa bağ, bahçe, zeytinlik her daim sizin!
Bilmezden gelmeye, iki yüzlülüğe devam,
Siz riya çamurluğunuzda debelenin durun,

Biz bulamadık duru bir pınarbaşı ,
soğuk taşlarda arındık,senelerce…
Suyu görünce teyemmümü gömer, o suya kanmayı da biliriz,
yeri gelir sevmeyi de..

Yokluğun ve varlığın el çırpışlarını bilen insan minneti de bilir.
Sınırlarda sınanan, sabırla yoğrulan insanı hiçbir şey yıkamaz.
Yine de bulaştırmadık toprağımıza bulanıklığınızı, içimize attık kırgınlığımızı, sustuk ama yeter…

Tüm bu sözleri hak eden “meclisten dışarılara” söyleyeceklerimizse;
Nefislerin o bencil nefesi , durup dinlediğinde, bilir ki
Asla haklar helal değildir, bu hesaplar bir gün elbet açılır, bu böyle biline!
Siz yamacınızdaki atanıza bir gülümsemeyi, bir el öpmeyi kimi vakit çok görürken,
Menfaatlerinizi şaha kaldıran zevklerinize deli gibi gömülüp, en yakınlarınızdan şefkatinizi, anlayışınızı esirgerken,
Sizi sevenler incinip, üzülüyor ,farkında değilsiniz.
Bazı insanlar karda kışta dört duvarlarlara koşar bilemezsiniz…
Sevdikleri içerde, görebilmekse kimi vakit yalnızca ve yalnızca on dakika ile sınırlıdır.
Dokunamazlar… aralarında camdan demirli duvarlar vardır.
Orası ölümden önceki son duraktır…
Üç ihlas bir Fatihalık süre kadardır özlem dindirmece.
Dönüş yoluysa mezarlıktan acıdır ,her seferinde dağlar yürekleri…

Kendi namusunu taç edip, ellerinkine, kimsesize, ezgin olana sifon çeken vicdansızlara sözlerim,
Uzanamadığın ciğere, yüzüne karşı yetiremediğin dilinle tükürük saçırıp,
önüne geleni dolandırıp, acizi ,güçsüzü hırpalayıp, fakiri aşağılayıp, kendinden üstüne, neredeyse kendini satanlar,
sağa sola hacı hoca takliti yapıp,
cumalarda camilerde görünüp, gece kimbilir nerelerde gözünü açanlar…
dili oruçluyum derken geceden anason kusan yalancılar…
ne idüğü belirsizler…kimliksizler…!
evlatların var, görecek günlerin var senin de elbet,
dört nala koştuğun o ovalarda , batan dikenleri gül diye anlatıp,
aşağılıklığını son model arabanla kapayıp,
yanındaki kadını ona buna yamayıp, çevrene işercesine yaydığın namınla övünürken,
haram lokmanla karalama, kirletme daha fazla insanlığı, seni bir halt sananlara, kendini kahraman ilan ettirme…
sizin şeklinizin, sizin tavrınızın mabedini dikeyim..!
Buruşmuş çamasırlar gibi sahte gülümsemelerinizi yeniden takınıp,
itiraf edemediğiniz adamsızlığınızla dayılanıp,
böğürmeyin döşeklerde, döndüğünüzü sandığınız o köşelerde.
ha bir de kimseyi hafife almayın,
o görünüşlereyse hiç mi hiç aldanmayın,
Bazen sizin ona buna pas pas ettiğiniz şahsiyetinizin üzerindeki,
Bir zerre toz kadardır tüm bu yazdıklarım,
Devam yaşamaya, üzerinize hiç alınmayın,

hadi basın şimdi çöplüğünüze,
sizin horozunuzu da..
sabahınızı da..
siz de asla olamayan adamlığımla

ama
değmez..
böyle kalın..!

Çakılmadan duracağını bilebilmek, insan olmakta direnenlere güç verir çünkü,
Uçurumun kıyısında uyananlar, düşlerini ceplerinde taşır,
Onları gidişlerinden tanırsınız…
Neden mi?
Durulmaz olunur kimi vakit o çıkmazlarda,
Kaçmak gerekir, acımamak için acıtmak yerine, susmak mı
o da olmuyor işte…
hani derler ya bir ben var benden içeri...!

d.a.

istanbul
hosting