10 Ağustos 2017, Perşembe
saat: 21:19


Tüm bu betimlemelerin yazıldığı kadına bu kadar yakınken bir sabah yokluğunun soğukluğu ile büzülmüştü tenim. Soğuktan kaskatı olmuştum, kıpırdıyamıyordum,vücuduma iğneler batırılıyordu sanki.
Çakmak çakmak bakan savaşlara,gericiliğe meydan okumakta olan bir ülkenin gece karanlığında sokaklarında yükselen alevler gibi parlayan gözleri yoktu karşımda.

Şehrin ışıkları ne denli pırıltılar içinde yanarsa yansın, yemekler ne denli baharat kokarsa koksun, kadehlerde ne denli ateşli ışıltılar dolaşırsa dolaşsın gözlerini unutturamıyordu hiçbirşey.

Aklımda tek bir soru beliriyor.
Bir insan evladı o gözleri gördükten sonra hayatına kaldığı yerden nasıl devam eder?
Hiçbirşey olmamış gibi geçiştirebilir mi?
Öyle gözler ki her bakışı bir hançer gibi saplanır insanın kalbine.
Bir savaş sonrası arkasına sığınılacak daha iyi bi siper yok yeryüzünde.
İnsan o gözlerin arkabahçesine inebilse,dünyayı avcunun içine alır.
Aklından geçen tüm amaları kılıçtan geçirir.
Aklının gizli, kilitli düşünceleri istila eder.
Gözünün feri sonbahar güneşi gibi parlar,yanaklarının üşüyen yerlerini ısıtır.

İnsan o gözlerden başka yaşayacak yer bulamaz gördükten sonra.
O gözler galakside başıboş gezen milyonlarca yıldıza ışık veren sırlara gark olmuş bir adsız gezegen gibi.

Tüm dünyanın Mars'a gidip koloni kurmak istemesi gibi,gözlerine inip bir cumhuriyet kurmak isterim.
Gülüşün kadar aydınlık, saçların gibi hürriyet kokan.

Ama yoktu, nereye gitmiş olabilirdi ki, Hayal ürünüyüm dediğinde mecaz kullanmamışmıydı yoksa. Çiğlerin parlattığı kırlarda soyu kadim masal perilerine dayanan bir masal kahramanıydı o. Hayal değildi.
Bana kederli çiçek yüreğinle o ay ışıklı duvarlardan bir daha asla dışarı çıkma dememişmiydi. Tatlı ay ışığı bakışlarını düşürmemiş miydi üstüme?
Sahiden hayal miydi herşey, güzel bir rüya mıydı? Kabusa mı uyanmıştım.

Çalıların koyu yeşil gölgeleri kurtsal kitaplardaki suretlerin kehanetleri gibi oynamaya başlamıştı rüzgardan. Akşam olmuş güneş ufuk çizgisinde suya dalmıştı. Loş bir korunun gölgesinde,dalgalı çimenlerde oturup kalmıştım.
O konuştuğunda ağaçlar,çimenler,sular sakine döner sesinin dinginliğinde var olurlardı.Var olmanın tadını çıkarırlardı.
Şimdi benimle birlikte hiçlik duygusuna yeniliyorlardı.

Rüzgar çıkmıştı o an, kim bilir ne haberler getiriyordu bana. Feryatlara,acının sesine benziyordu yaklaşmakta olan.

Gökyüzünde parlayan yıldızların gizemli suskunlukları,ıssız gecenin gökleri ve ben bir Mağrip kralı gibi aşkın ateşinde yanıyordum sanki.

Hülyalı gözleri,sade taranmış saçları,berrak sevimli bakışları,zarafetle gülümseyen dudakları,içimde atlar koşturan bedeninin her hareketiyle beliren sonsuz hoşluğu.
Yüreğimin yaralarında yumuşatıcı çiğ taneleri etkisi yapan onun sözleri.
Aydınlık silüeti katmerli dantel yakasından zengin yapraklarının arasında bir çiçek gibi parlıyordu.

Yokluğu beni yormadan çıkıp gelseydi keşke.

Günlerdir avare gibi dolaşmanın verdiği yorgunluğa yenilmiş o gece ilk kez uyuyabilmiştim.

Sabahın taze göklerinde, tertemiz parlayan güneşin vurduğu bahçede saçları rüzgarda uçuşuyordu.

devam edecek.

www.youtube.com/watch?v=lRjyRtiY_ys


istanbul
hosting