02 Kasım 2018, Cuma
saat: 21:55


Seneca, stoacılığın ileri gelen isimlerinden bir tanesi. Marcus Aurelius da bunlardan bir tanesi. Hatta bu insanların tarihine ve yaşamlarına bakarsanız, Aurelius u daha değerli bir yere koyabilirsiniz. Ancak Seneca nın şu cümlesi gayet hoş:

We are often more frightened than hurt; and we suffer more in imagination than in reality.

Bizler, aslında canımızın yandığından çok, korkarız; ve aslında gerçekte yaşadığımızdan daha çok zihnimizde yaşarız acıları.

Böyle çevirdim. Harika olmadı ama, güzel oldu. Okuyunca mana verdim, doğru. Örneğin cümlenin ikinci tarafı bana bire bir uyuyor. Ama ondan önce bir şeyler anlatayım.

Bizim yıllardır panik olan, panik atak sahibi olan bir O. abimiz var. Kendisi sürekli panik halindedir, yüksek sesle konuşur. Tabii, bizim bilmediğimiz başka şeyler de varmış ki, kendisi sonunda bir doktora gitmeye karar vermiş. Demiş ki, ben bir restorana gidince yemeğimi yer yemez kalkmak istiyorum, kapalı yerlerde olmak istemiyorum, kalbim çok hızlı atıyor, bir şey mi oldu diye panik halindeyim sürekli demiş. Doktor da ilaçlar vermiş, şimdi daha sakin. Biraz uyuklatıyormuş ama sesi yüksek değil, bizler gibi.

Geçen gün sordum. Sen bu ilaçları ömür boyu mu kullanacaksın yoksa bir tedavi süreci mi var dedim. Anlattı biraz. Özetle, tedavi süreci varmış. Konuştuk, biraz kendime benzettim. Ürktüm hatta. Nedeni şu: böyle insanlar bir şeyleri kafasında kurmaya başlıyor, ve buna inanarak ileri götürüyorlar. Bu ileri gitme işi ciddi manada sinirli de bir insansanız eğer, sizi daha geriyor ve daha sıkmaya başlıyor.

İşte aslında bugun üstüne düşündüğümüz sözün ikinci tarafına benzemiyor mu? Olmayan bir şeyi olmuş gibi ya da olursa diye düşünerek kendimizi mahvediyoruz. Halbuki belki o olayın onla alakası yok.

Bu mevzu bende de var. Hayır, bu kadar ileri değil. Yeni farkına vardım. Çünkü aslında umursamaz bir insan olduğum için dikkatimi hiç çekmemiş. Ama umursadığım biri olduğu zaman, biraz fazla ileri gidiyorum zihnimde. Alakasız şeylere yorup, çekiyorum. Bu kıskançlık değil, o değil yani onun olmadığının farkındayım. Daha çok kabullenemiyorum.

Çünkü ben öyle yapmazdım, yapmam. Ben yapmıyorsam yanlıştır. Yanlış yapıyor. Fakat ben bunu belirttiğimde kimse düzeltme yoluna gitmiyor. İşte bu da beni rahatsız ediyor gerçekten. Farkındayım, yenmeye çalışıyorum. Sanırım sadece zaman yardımcı oluyor buna.

Cümlenin ilk tarafı da aslında bununla yine bağlantılı. Canımızın yandığı falan yok. Korkuyoruz. Bir daha tekrarlanır mı diye korkuyoruz. Tepkimizi kontrol edebilir miyiz diye korkuyoruz. İstemediğimiz bir yere gider mi diye korkuyoruz.

İki cümle de bağlantılı. Korkumuzun nedeni de, zihnimizde yaşadığımız o acılar. Belki olmayan, belki gerçekleşmemiş acılar. Onlar işte. Anlatamıyoruz, güç anlatması çünkü. Ama insanı sıkıyor, geriyor. Çaresiz bırakıyor bazı durumlarda hatta. Çünkü olay sizin elinizde değil.

İşin ironik tarafı da şu: ben gayet iradeli bir insanım. O yüzden iradesiz birini gördüğümde onu anlayamıyorum, anlayış gösteremiyorum. Ancak bazı şeyler görüyorum ki irade dışında. Kontrol edemediğiniz şeyler oluyor, onlar kafanıza geliyor, can sıkıyor. Bunları çözmek lazım, içerde tutmayın, tutturmayın.

istanbul
hosting