24 Kasım 2019, Pazar
saat: 12:21


Daha olmadan günce...
Az sonra Armin'in güreş takımında yer alacağı ilk maçı için uzak bir spor salonuna gideceğiz.

Ben arkadaşının doğumgününde, İngiltere'de. Tek başına güreşçinin annesiyim.
Oğlum güreşten pek bir şey anlamıyor.
Muhtemelen yenilecek.
Ona ne söyleyeceğimi, özellikle İngilizcede kazanmak ve kaybetmenin hangi kelimelerle iyi anlatıldığını bilemediğimden bir şey demedim.
Onun yerine varsa, bazen Allah'a, sen oğluma güç kuvvet ver diye yakardım.Haftada bir güreşe, haftada bir de sirke gidiyor eğitime.
Bir palyaço kadar üzül yenildiğinde, bir güreşçi gibi sevin yendiğinde dedim türkçe.
What dedi.
Gidiyoruz.



saat: 01:07

Berlin’in doğusuna pekala toplu ulaşımla da gidebilirdik. Ben olsaydı mavi Skoda ile giderdik. Ama ben vardım, zor bir iki gün geçirmiştim, yorgundum. Armin’in burnu akıyordu ve haritam olmadığı için kaybolmam çok muhtemeldi.
İlk maçından önce Armin’in bunu yapmak istemedim.
Onun yerine eksi kontoya düşerek taksi çağırdım.
25 dakikalık bir yoldu.

Armin dışarıyı seyrediyordu.
Çok Alman bir adamdı. Radio Eins dinliyordu.
Güneş gelmiş, Pazar tenhalığında, ağaçların son yapraklarının arasında, ortalama bir hızda doğuya gidiyorduk.

Radyoyu dinlemiyordum.
Deutsch beni uykulu yapıyor…

Şöför radyoya sinirlendi. Sunucular gülerek programı kapattılar ve o da onların gülüşünün yersiz olduğunu düşünmüş olacak ki ha ha ha… Was ha ha ha dedi.

Bir taksi şöförünün, Alman bile olsa, muhabbete ihtiyacı olduğunu anlarım.

Özellikle oğluma söyleyecek bir şeyler bulamadığımda. Mükemmel annelik beni teğet geçerken mükemmel taksi yolcusu olabilirim.
Ne konuşcan, anlamıyorsun Almanca doğru düzgün, diyorum kendime…
Olduğu kadar, diye cevap veriyorum.
Son kalan soyadlarından bahsediyormuş radyo. Kalmadı ki diyor. Müller kaldı ancak.
Buna neden bu kadar sinirlendi, herhalde yabancı düşmanı diye düşündüm. Meğer soyluluğa karşıymış, kendisi komünist olduğunu vakit kaybetmeden söyledi. Aslında önce orak ve çekiç dedi ama ben was diyince kominusmus dedi. Ah dedim, duraklayarak, babam da… Babam da bir çok komünist öldürmeye kalkmıştı, ideal anlamda tabii, o ideali öldürmek istiyordu dedim. Ama yine bana al oku diye tüm kitapları da veren de oydu dedim.
Bir antitez, Almanları övme, onlara karşı görüşler sun. Ne sevinirler.
O bir sürü şey anlattı. Gazetesini gösterdi.
Sıkılmıştım.
Armin uykulanmıştı.
Ben aşırı dalmaya başlamıştım.
Bıraktım anlatsın.
Enerjimi sakladım.
Geldik.
25 Euro tuttu. Demek ki Sisyphos’un yakınında olmalıyız.
İçeri girdik. Spor kapısı açık. Armin çok sakin soyunma odasına gitti.
Ben kenarda durdum.
Video çekebilir miyim dedim babası için, tabii dediler.
Heyecanlıydım. Armin şimdiye kadar herhangi bir rakibini yere çırpmamıştı, kendisi ise riskli bir durumda kendini usulca yere bırakıyordu ki kayınvalidem bunun oldukça akıllıca olduğunu söylerdi.
Zaten ben bu güreşi savunma sanatları olarak anlayıp yanlışlıkla götürmüştüm çocuğu kursa, sonra geri dönemedik.
Ama bugün ne olacaktı?
Biz, Schöneberg takımı olarak gelmiştik. Treptow takımı, aşırı kaslı babalarının, aşırı kaslı ve sarı çocuklarıyla doluydu.
Bunlar sizi çiğ çiğ yer Armin, dedim.
What? dedi.
Hadi bakalım, dedim.
Geçtim yerime oturdum. Bir buçuk saat ısındılar, hareketleri denediler.
Almanca zorlanıyor, anlayabiliyorum.
Yirmi kişi söyleneni anında yapıyor, onun anasının otlu genlerinden geçen beyin hücrelerinde Almanca bir an duruyor ve yavaşça bir jaluzi gibi açılıyor ve denileni az bir gecikmeyle yapıyor. Ama yapıyor. Bu geni babasından geçme…
Bu spor camiası içinde ne işim var?
Bursa’daki, Ankara’daki spor salonları kokuyor. Zamanla değişmeyen tek şey ter kokusu herhalde, ter, kazanma ve kaybetmenin kokusu.
Salonun üzerinde bir yazı var.
Ancak 3 halde maça katılınmaz: Ölmüş olmak, ölmüş olmak ya da ölmüş olmak.
Üzerinden tozları alınmamış yüzlerce ucuz metal kupa var. Pas pas…

Treptow takımındakilerle bizim Schönebergdekiler karşı karşıya geldiler.
Armin’in rakibi ikiz çocuklardan Leo olandı.
Armin hiç beklemediğimiz bir şey yaptı. Direndi. Direndi. Direndi. Leoyu kavradı. Leo’nun bacağı acıdı, oyunu bıraktı ve Armin hükmen kazandı.
Zıpladım hevesle. O da bana baktı, yüzünde yandan bir gülümseme.
Aferin len, dedim türkçe.
Kafasını salladı.
İkinci çocuk geldi.
O da diğer ikiz. Teo.
O daha başlamadan diğer ikizi gibi bacağını tuttu.
Armin yine hükmen kazandı.
Bana koştu, sarıldık.
Sanırım Allah var.




istanbul
hosting