27 Mayıs 2020, Salı
saat: 04:53


27.05.2020 00:58

Günün, gecenin bir mahiyeti kalmadı. Birbiri ardına süregiden günler. Kekeme bir dil artık ağızlarda; merhaba'lar üşengeç, hoşçakal'lar manasız incelik gösterileri.
Bir uzun sessizlik aldı yürüdü başına buyruk. Kimsenin ötekinden bir beklentisi kalmadı zamanla. Acı bir tat damakta, kötü bir koku genizde.
Anılar, anılar, anılar. Hepsi birikinti...
Bu boşluk yutuyor beni sinsi sinsi. Telefona sarılıyorum, tanıdık seslere...
"Kim demiyorum / Kim olursa olsun"
Ellerim yer değiştiriyor, gözlerim, alnım. En çok enseme dokunan parmaklara üzülüyorum. Parmaklar hani? Koyduğum yerde bulamıyorum uzuvlarımı. Eskiden olsa avcumla yoklardım yüzleri, tanırdım, anlardım. Dokunduklarım eriyor avcumla birlikte. Akışkan artık bütün eklemlerim, kimlikler gibi.
Tırnaklarıma söz geçiremiyorum misal. Uzuyorlar ben durun dedikçe.
Ayaklarımın konumundan gövdemi bulmaya çalışıyorum, ne yersiz çaba. Oldukları yerde bulamıyorum; bulundukları yeri olduramıyorum.
Aynaya bakıyorum; kübist bir tablo! Diz kapağımı selamlıyorum önce. Sürtünüp büyüyor ses, artıyor telaş, çığlık oluyor ter, ısınıyor saçlarım.
Aynaya bakıyorum; uzayda bir boşluk, pencerede bir karaltı, sokakta ses, perdede ışık, masada dirsek. Alnım kırılıyor, kulaklarım küçülüyor, ufalanıyor avcumdaki yüz. Yüzler hani?
"Kim demiyorum / Kim olursa olsun"
Ellerim telefona uzanıyor. Temalar değişiyor. Bir gezegen dönüp duruyor saatin kadranında. Sivrildikçe sivriliyor halkaları. Bir kesik, süperakışkan bir sıvı. İnceldikçe yoğunlaşıyor sokaklar...
Mutfağa seğirtiyorum, sesimin geldiği yöne. Hızla toplayıp dişlerimi tezgahtan, uzaklaşıyorum kıvrılan koridorda. Oturma odasına yöneliyorum; karşılıklı iki kanepe, ortada yüksekliği ayarlanamaz bir masa, duvar dibinde üstü mumlarla süslenmiş küçük bir masa, karşıda düzenli bir kitaplık. Yeri yokluyorum ellerimle, kayıp gitmesin diye. Perdeye yöneliyorum, uzun, beyaz, saten perdeye. Pencereyi yokluyorum yerinde mi, iyi. Çünkü her şey zamanla birlikte, mutlak bir mefhumla, yer değiştiriyorlar. Misal, ampul kırlentin üzerinde yanıyordu geçen gün. Şaşırmıyorum artık. Sadece bulmakta güçlük çekiyorum.
Aynaya bakıyorum; burnumun yerini düzeltip dilimi yerleştiriyorum oraya yavaşça. Acele davranırsam yere düşürebilirim. Misal, çok hızlı hareket ettim geçen gün ve parmaklarımı ensemde unuttum. Sahi, ensem hani?
Başlangıçta eller vardı diyorum. Ve eller birdi. Ellerin dokunduğu yerde kadehler boşalırdı durmaksızın. Sonra bir ses böldü geceyi; "Ya alkol olmasaydı"
Perdeye bakıyorum, ışığa, odanın zeminine, duvarların eğriliğine, masanın büyüklüğüne, şiirin kutsallığına, dizkapaklarının muhteşem kusursuzluğuna... İnsan diyorum, soluk almaya dizkapaklarından başlar. Dirseklerden duymaya, bileklerden koşmaya. İnsanın sırtı diyorum, dudaklarından başlar, ensede son bulur. Benim aynada gördüklerim bunlar. Ha bir de ışık vardı sallanan tavanda. Sonra öptüm, sonra büyüdü avuçlarım, sesim sıvılaştı ve cıva gibi döküldü göğsüme. Ufalandıkça ufalanıyordu sesim, toplanıp toplanıp dağılıyordu. Bir şey gidip gidip geliyordu halının deseninde.
"Bir gidip bir geliyordum kendime aptallaşarak"
Yere saçılan parmaklarımı toparlayıp dışarıya çıktım sokaktan. Evlere çıktım, odalara. Kenti ardımda bırakıp, salona çıktım, koridorlara...
"Evin içi, dışarıdır!" derdi durmadan. Artık anlıyordum. Anlıyordum ve aynayı yokluyordum; alnım yerinde, burnum kanamıyor, güzel.
Ocağın üstündeki küçük kare tahta parçasını perdeye yaslayıp pencereyi açıyordum. Artık soluğum düzensizdi. Musluktan suyun damlamasını bekliyordum, çayın demlenmesini. Dönüp yüzüne bakıyordum, kendi yüzümü yerinde bulamıyordum. Kapılar küçülüyordu durmadan, kolların yeri değişiyordu, sandalyenin bir ayağı kırılıp kırılıp duruyordu. Altında duruyordu ve ben sadece musluğu izliyordum, parmaklarım ocağın ateşinde erirken.
Zaman yavaş yavaş oturdu yere. Karşısında bağdaş kurdum. Uzunca baktık böyle birbirimize. Hava usulca zemine doğru çökmeye başladı. Her şey ama her şey ağırlaşıyordu. Ağırlaşan her şey gelip göğsüme yerleşiyordu. Sakince nefes aldım. Kulaklarımı düzelttim. Saçlarımı yokladım, kanamıyor, iyi.
Adımı peluş halıya yazdım ayaklarımla. Harflere baktım, güzel. Demek ki sığabiliyorum kâinata.
"...sonu gelmeyen bir roman..." gibi sayıkladım kalbinin vuruşunu. Ceplerimi yokladım, bacaklarım buz gibiydi.
"Kalbin, pusulamdır!" dedim bütün gece. Göğsümü yokladım, kaburgamı kırmışım düzensiz soluk alıp verişlerden.
"Seni, kaburgamın altın parçası"
Dedi ki meczup, imlasız, noktasız, virgülsüz; dudağının üstünde ben olaydım!

istanbul
hosting