19 Eylül 2021, Cumartesi
saat: 01:02


Oturdum bir barda maç izliyorum -kim oynuyor bilmiyorum bile.- neden? Yeni tasindigim bu şehirde güzel yerleri öğrenmek için, her zanki gibi internetten araştırıyorum, her hafta bir yere gidiyorum.
Arayınca ilk çıkan yerlerden biri buraydi, nasıl övgü yazıları var, yok bu şehrin en eski bari imiş, yok ortam süpermiş, müzik güzelmiş vs. vs. kalktım geldim.

Tam bir hayal kırıklığı. Bok gibi bir yer. Birası güzel demişler, her yerde bulabileceğin bira. Daha yeni sosyallesiyorken, hatta alkole yeni baslamisken Ankara'da gittiğimiz barlar gibi. Sakarya tabii o zaman biraz daha güzeldi. Fakat, bu benzetisim suratıma tokat gibi çarptı vasata aliskinlik durumunu.

Ben, insanların o burnu büyüklük dediği , fakat aslında tamamen farklı dinamiklerle gelişen durumlar gereği pek mağduru değilim bu halin, ne kadar olunmayabilirse işte. Fakat, etrafımızdaki dünyanın aslında bu hali nasıl inatla ve acımasızca üstümüze giydirdigini fark ettim.
Müzik bunun en güzel örneği, yıllar boyunca, radyo ile başlayan müzik maceram, dost kitapevinde kaset-cd avcılığı , dandik konserler -ki bayağı konser surtugu idim aslinda- vb. Ile çevrelenmiş bir yolda bugünlere geldi.
Anlamadan beni rahatsız eden şey hep kalite eksikliği imiş. Brit/ amerikan rock, punk, indie, metal, etnik, senfonik, 80ler pop, tabii 90 lar Türkçe ve ve eski kirkbeslikler, rakı şarkıları, heralde toplamda beş farklı dilde türlü çeşitli şey dinlemisimdir. Son üç yıldır, en çok dinlenen klasörüm klasik müzik.
Böyle bir arayış, sıradan bir "kulağımı doldursun" arayışı değil tabii ki. Insan, dinlediği müziğin bile hayat kalitesini artırmasını istiyor olmalı. Ben istiyorum en azından.
Klasik aile müzik setlerinden plakcalarlara, hiç unutmayacağım güzel Sony walkmanimden iPod a, abidik gubidik MP3 playetlardan evde kendi sistemini kurmaya kadar. Kaç çeşit kulaklık denedim hatırlamıyorum bile.
Neden?
Kulağıma kaliteli bir müzik gelsin, sanat hayatımın bir parçası olsun diye.
Fakat, ulaşabildiğimiz koca yığın -bak ben hep seciciydim ustelik- saçma sapan ve kaliteyle, sanatla hiç alakası olmayan bir yığın. Evet, sonunda, bugün, elimde çok güzel ve kalabalık bir liste kaldı eleye eleye, ama.o elemeler için yıllarca neler dinledim, 3 Doors down, Metallica, radyolarda çalan türlü çeşitli sempatik, öfkeli, romantik, coşkulu, hepsi de leş gibi şarkılar. En az beş farklı dildeki bütün o coplugun içinden elimde kalan, "ya ne harika müzik" dediğim kaç şarkı var acaba. Playlist yapsam 24 saati doldurmaz.
Ülkeden bağımsız, gettolardan çıkmış, ezilmiş, ofkelenmis herkes eline mikrafonu almış, yayinladikca yayınlamış.
Sürekli maruz kaldığın bunca vasatlikla, senin aslında aradığını, seçiciliğini kaybetmen çok kolay bir şey.
Işte aynısı, bu barlar, restoranlar için de geçerli. Dünyanın çeşitli bölgelerinde çok övülen, bir sürü fotoğrafı çekilen yerlerde bulundum. Dostum, şu anda içinde bulunduğum bar gibi bir vasatlikta mekanlar her yerde ve o kadar çok ki, insan sonunda pes edip seviyor.
Sonra, her tarafta bir vasat övgüsü.
Sen ne yaparsan yap, sen ne kadar seçici olursan ol, vasat is yapmakla mutlu olan, vasatı sunmaktan gocunmayan, vasatligindan rahatsız olmayan milyonlar var bu dünyada.
Vasatlar, sinsi maskeleri ile etrafında (hepsi meşhur vasat V maskesi) , seni de vasat yapacaklar. Sinsice etrafını sarmislar, eşin vasatın teki, patronun vasat ama para onda, en sevdiğin bar vasat, tuttuğun takım vasat, okuduğun kitap vasat.
Sen de, ister istemez, yavaş yavaş, tutturduklari o türküyü benimsiyorsun. "Sıradanligin içindeki gizli güzellik" , "çirkinlikten sızan iç güzelliği", "çalıyor ama çalışıyor", "pis ama yemekleri güzel", "başarısız ama şeytan tüyü var".
Bu "ama"lar yavaş yavaş seni ele geçiriyor, ve zevki, tadı olmayan bir insana çeviriyor. Amalardan kaç. Uyan artık. Çirkin biri güzel sevismez, başarısız biri hiç bir işi iyi yapmaz, pis bir yerde yapılan yemekler de pistir.
"Ama" kelimesi, adeta radyasyon simgesi gibi. Kaç git kurtar kendini.
Ben de şu birami içip evime gideyim.


istanbul
hosting