31 Ekim 2011, Pazartesi
![]() saat: 03:31
![]() SAVAŞK Yaşlı adam, kahvesini yudumlarken, bir yandan da karşısındaki parlayan, dev noel ağacını seyre dalmıştı. Sıcak kahvesinden bir yudum daha aldı. O sıra, yanına gelen kırmızı çantalı, kadını fark etmedi. Kadın adamın yanına oturdu. Dışarıda kar lapa lapa yağmaktaydı. Bir an, kendini alışveriş merkezinin dışına atıp, temiz hava almaya ihtiyacı olduğunu hissetti. Az gören gözleriyle, şöyle bir etrafı süzdü. Sağ tarafa doğru başını çevirip, yanında oturan, çekik gözlerle karşılaştığı an, öylece kalakaldı. "Ona ne kadar benziyor" diye geçirdi içinden. Kadın karşısında ona öylece bakakalan ihtiyarı, komik bulduğundan mıdır bilinmez, gayri ihtiyari gülümsedi. Aksanlı ve çok iyi olmayan Almancasıyla ile; "Merhaba" dedi. Adam kendini toparlayarak; "Merhaba" diye yanıt verdi. Kadın, önündeki kitaba yeniden dönüp, çayını yudumlamaya devam etti. Yaşlı adam, dışarı çıkıp hava almaktan vazgeçmiş, belli etmeden kadına bakmaya devam ediyordu. Elleri boynundaki kolyeye uzandı. İçindeki siyah beyaz resme bakıp iç geçirdi. O sırada üç dört yaşlarında bir erkek çocuk; "Anneeeeee!" diyerek yanlarına doğru geliyordu. Kadın, Almanca olmayan ama seneler öncesinden yaşlı adamın aşina olduğu bir lehçeyle, çocuğa ne olduğunu sordu. Çocuk yarı Türkçe, yarı annesinin dilinden, bir şeyler mırıldandı. Annesi çocuğu kucağına alıp sevdi, sakinleştirdi. Sımsıkı sarıldı. Adam bu şefkat gösterisinden çok, kadının çekik gözlerine bir kez daha kitlendi. Hayatta başına gelen en güzel duyguyu anımsayıp, ürperdi. Daha sonra dayanamayıp; "Koreli misiniz?" diye sordu. "Evet" dedi kadın. "Güney Kore, Siz?" "Ben Türkiyeliyim, ama otuz iki senedir burada yaşıyorum. Siz gezme amaçlı mı Numberg desiniz?" "Hayır, eşimin işi dolayısıyla, biz de bir senedir buradayız. Daha önce sizin ülkedeydik biz de. Eşim de Türk." diyerek gülümsedi. Bu gülümseyiş, yaşlı adamı bir kez daha sarsmıştı. Adının Mia Sun olduğunu öğrendiği bu kadın, onu seneler önceki sevdiği kadına götürmüş, çatı katında kalmış, ne var ne yoksa ortalığa dökmüştü. Bu heyecan ona ağır geldi. İnsan insana benzerdi ya nasıl olsa. Mia Sun ve küçük oğluna; "Hoşcakalın" diyerek ayağa kalktı. Çıkış kapısına doğru birkaç adım atmıştı ki birden bire fenalaşıp yere yığıldı. Yaşlı adamın yere yıkıldığını gören Mia, koşarak adamın yanına geldi. Kalabalık çoktan oluşmuştu. Alışveriş merkezi görevlileri ve etraftaki insanlar ambulansa haber vermişlerdi. O sırada adamın başında, ambulansın gelmesini bekleyen Mia, eşine telefonla olanları anlatmaktaydı. Kalabalığın içinden, doktor olduğunu söyleyen sarışın bir bayan yanları gelip, gerekli ilk müdahaleleri yapmaya koyulmuştu. Gömleğinin düğmelerini açıp, üzerindeki ceketi çıkarmaya çabalıyorlardı ki Mia ceketin sol kolundaki boşluğu o an fark etti. Sol kol yerinde yoktu. Soğukkanlılığını kaybetmemeye gayret etti. Bir yandan şaşkın gözlerle yanına çömelmiş oğluna baktı. Doktor bayan, yaşlı adamın yakını olup olmadığını sorduğunda, o panikle biran evet demişti. Kadın, Mia'ya ihtiyarın boynundaki kolyeyi uzattı. O sırada, ambulansın sesi duyuldu. Hemşireler bir sedyeyle, yanlarına doğru koşarak geldiler. Ambulansın gelmesiyle kalabalık dağılmaya başladı. Mia çocuğunu kucağına almaya davranırken, kolyeyi cebine atıp, sedyenin arkasından ambulansa doğru ilerledi. Bir yandan nasıl bir durumun içinde olduğunu bilmeden, ambulansın arkasında, bu tek kolu olmayan yaşlı adama bakmaktaydı. Durumu kötüydü. Nabız atışları çok azdı. Hastaneye çabuk vardılar. Yaşlı adamı acil bölümüne direk alırlarken, Mia da telefonda eşine, hangi hastanede olduklarını söylüyordu. Telefonu cebine koyarken, kolyeyi fark etti. Kalp şeklindeki kolyeyi açıp, içine bakmasıyla, öylece dondu kaldı bir süre. Sandalye kendini zor attı. Yutkunamadı bir süre. Hemşirelerden su istedi. Acilin kapısından giren babasını gören oğlunun, sevinç çığlıklarıyla kendine geldi. Ne olup bittiğinden habersiz adam, nasıl olup da burada bulunduklarını anlayamadan, Mia'yı dinliyordu. Kucağında uyuyakalan çocuğu, eve götürmek üzere ayaklandı. Karısının, insaniyet namına bu güzel davranışının ardından hep beraber eve döneceklerini düşünen adam, Mia'nın ardından kolunu tutup, ona kolyedeki resmi göstermesiyle afalladı. Mia'ya baktı. "Nasıl olur? Mia yoksa?" diyebildi. Mia başını salladı. İçinde, resimlerin altına kazınmış isimleri okudu. "Yun ve Ali sonsuza dek..." O sırada gözlerinden yaşlar boşandı. Eşi, kucağındaki küçük Ali'leri ve Mia, acilin girişinde, birbirlerine sımsıkı sarılmış, geçmişlerine katık olmuş, kaderlerini yaşamaktaydı. İçerden çıkan doktorun yüzü sapsarıydı. Yanlarına doğru yaklaştı. Hastanın, geçirdiği kalp krizini atlatamadığını, onu kurtaramadıklarını haber verdi. Mia tek kelime edemedi. Bir an içeriye girmek için istem dışı davrandı. Doktor onu duraklattı. Ardından, eşi onu teskin etmeye çabaladı. Dizlerinin üzerine çöküverdi. Elleriyle yüzünü kapattı. Ağladı. Eşi kucağında Ali, karısının başında öylece kalakaldı. Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemedi. Daha az önce gelmiş, bir şeyden haberi olmayan, alışveriş merkezindeki sarışın doktor kadın, onlara doğru yaklaştı. O telaşla, Mia'nın orada bıraktığı kırmızı çantayı getirmişti. Ağlayan Mia'yı gördü. Bir şey sormaya cesaret edemedi. Yüz ifadelerinden ve karşılaştığı manzaradan ötürü, olayın boyutunu anladı. Sessizce çantayı Mia'ya uzattı. Mia kafasını kaldırıp, minnettar gözlerle başını salladı. Çantayı açtı. Cüzdanı çıkardı. Yanından hiç ayırmadığı, anne yadigârı o eski siyah beyaz yıpranmış fotoğrafı aldı içinden. Resme öylece bakarken, gözyaşları durmadan aktı. Babasının asker kıyafetleri üzerinde, sağ koluyla sarılıp kavradığı annesi Yun ve resmin yırtılmış,hiç göremediği parçasında Ali'nin Güney Kore'de bıraktığı kolu vardı...! D.A. | ||
|