22 Ocak 2016, Cuma
saat: 18:08
böyle buz gibi bir gündü. kışın dibi, birkaç gün kar yağmış, biraz erimiş biraz donmuş, bir daha yağmış falan, sokaklar takır takır buz. akşam babaannemi de alıp ailece sinemaya gittik. vavien miydi ulak mıydı, öyle bir şey. çıktığımızda hava iyice dona çekmişti, babaannemle babam, annemle ben -annelerle yavruları- kol kola girdik ufak sağlam adımlarla titreye titreye arabaya yürüyoruz. kocatepe otoparkının üstündeki kafe mi ne olduğu belirsiz manasız alanın şekilsiz zemininin yaptığı çıkmanın altındaki kuytuda, kartonlarla kendine derme çatma korunak yapmış birisi var. ne kadar işe yarayacaksa o ayazda. kısacık bir an göz göze geliyoruz. devamını anlatmak şımarıkça geliyor da, sadece bir hali kendime anlatabilmek, unutmamak için yazıyorum zaten. babamın o akşam koşa koşa gidip adamın eline cebinde ne kadar para varsa tutuştururkenki halini, bir kez de geçen sene "kalkın hastaneye gidelim bi iğne miğne bi şey yapsınlar böyle olmaz bu" diye çırpındığında görmüştüm. kızı için kahramana dönüşen gerekirse dünyayı yıkacak baba hali işte. o kış akşamı hissettiğim kadar güçlü minnet duygusu çok ender hissetmişimdir herhalde. bunun ters simetriği de üniversite sınavı sonuçlarına baktığımızda evde oleeey diye zıplamasıydı sanırım. "selfless" kavramının tanımı olarak bu olaylar canlanıyor gözümde. "tek çocuk şımarık olur" klişesini, scrubsdan "statistics are nothing to the individual" repliğiyle bi patlatalım önce. başına geleni sen seçmiyorsun da, ona ne tepki vereceğini sen seçiyorsun ya hani.. babamın kahramanlığı; bunu suistimal etmek ya da ne bileyim her dertte ona koşmak filan değil; aksine derin bir minnet hissi ve nasıl diyim böyle bir "pay it forward" dürtüsü yaratıyor bende daha çok. ha eğlencesine babaya şımarmayı her kız çocuu sever, o ayrı. | ||
|