17 Aralık 2017, Pazar
saat: 20:53


cuma-cumartesi izmir.

cuma sabahın köründe kalkıp izmire gidip 9da bmc'ye vardık. pınarbaşı burma burma. tuborg, efes falan da varmış orada. neyse girdik seminer salonuna,dinledik,öğrendik, çıktık 2buçukta. çıkışta hemen asansör. meğer orasının girişindeymiş dario moreno sokağı. les mouettes de mykonos.mon ami dario! tout l'amour que jai pour toi. güzel sokak. asansörün pek esprisi yok. çıkıyorsun manzara görüyorsun, o kadar. asansöre binip yukarı çıkarken az bişey dario moreno dinliyorsun o kadar. neyse oradan indik kumrucu mumrucu var mıdır falan derken, bi boyoz hüplettik,sonra ben ayrıldım bizimkilerden.onlar uçağa gitti, ben konak tarafına devam ettim.

gugıl haritalardan baka baka, sahilden yürüye yürüye arkeoloji müzesini buldum. işte bu etnografya müzesi. işte bu bina! girdim içeri. saat 16:55. müzenin kapanmasına beş dakika var-mış. tamam dedim,ben ertesi gün gelirim, teşekkür ettim. oradan aşağı. deli trafik. yürüdüm. işte saat kulesi. güneş battı batacak. iki yanında palmiyeler. tam yanında bir camii. tek kubbeli tek minareli küçük,şirin bir camii. konak camiiymiş ismi. kuleyi bilirdim fotograflardan falan ama gerçeği daha mı güzel ne...ne güzel işlemeler,bezemeler onlar öyle...
arkada valilik konağı. (ismi burdan geliyor herhalde?) önde deniz. yan tarafta hasan tahsin anıtı. insanlar gelip geçiyor. insanlar oturuyor. insanlar metroya yetişiyor. insanlar telefonuna bakıyor. ben de burada biraz oturup dinleniyorum, telefonumdan gugılharitalardan alsancak'a bakmaya çalışıyorum.neyle gitmeli. metro? metro yok gibi. tamam yürürüm. egekitabevi kapanır mı? bakalım.

yürümeye devam ediyorum sahilden. konak pierre.
burası kordon herhalde. sahilde bisiklet yolu, yürüyüş yolu, yanda kafeler, meyhaneleler, barlar.. yürüyorum. pasaport iskelesi. meydan. heykel. meydanın oradaki apartman. aaa bu apartman! bu apartman tam yavuz bey'in oturduğu apartmana benziyor işeyararbirşey'deki. fotoğrafını çekiyorum,aslıya gönderiyorum, filmdeki ev?.yürüyorum. izmirkart alıyorum pasaport iskelesinden, 5 binişlik, 14 lira.
bu sahil, bu çimler, çimlere oturan genç gruplar. burası bostancı-caddebostan sahil gibi. ilerliyorum, telefona bakmaya unutmuşum bu sıra, alsancaka gelmişim bile. hepitopu 1 saat falan geçmişti oysa. egekitabveplakevinin olduğu hizayı geçmişim bile. giriyorum içeri. kıbrıs şehitleri caddesi (aslı'nın deyişiyle: izmir'in istiklali.oysa istiklal mi kaldı?hangi istiklal?) ilerliyorum.

egekitapveplakevi'ni buluyorum bir caddede,koyuyeşiltenteli. giriyorum içeri,kendimi tanıtıyorum,plakları karıştırıyorum, sevimli bir yer burası, 10 yıldır varmış burası, dave brubeck var mı? diyorum, adam hemen cool jazz bölmesini gösteriyor, oysa ben free jazz,bebop,vokal jazz bölmesini görmüştüm sadece. dave brubeck yanında bir gerry mulligan buluyorum. festive minor'un olduğu albüm. dave brubeck sordum ama gerry mulligan buldum diyorum masasına doğru gidip. gülüyor.genelde öyle olur diyor. dinlemek ister misin diyor.olur diyorum. o sıra bach çalıyor. bach kesiliyor ilk şarkıyı dinliyoruz, what is there to say. karar veriyorum. alıyorum plağı. elli kağıt. ambalaj diye kötü bir poşete koyuyor plağı, üzerinde türkiye yazılı. onu pek sevmiyorum, bir de ben bu plağı aldım ama uçağa nasıl sokucam ve ertesi gün nasıl gezicem diye bir kaygı hasıl oluyor. neyse sonradan otelde farkediyorum, plak sırtçantama sığıyor. bu iyi.

oradan çıkıp otelimi buluyorum, saat 7den önce giriş yaparım demiştim online checkin yaparken, tam 6:30da otele geliyorum. bu konuda dakikim.
biraz vakit geçirdikten sonra dışarı atıyorum kendimi. ilk hedefim kıbrıs şehitleri caddesi.
can yücel sokak.muzaffer izgü sokak. gazi kadınlar sokağı. bilmemne sokak. falan derken ismini önceden duyduğum borsa pub'da karar kılıyorum. oturuyorum dışarda. gelen geçene bakınıyorum. sonra kalkıp midye yiyorum. midyeci mardinli çıkıyor pek tabii. izmirde yaşıyormuş. ama sen hiç burda yaşıyormuşa benzemiyorsun abi diyor.evet diyorum. o da kendi metrobüs serüveninden bahsediyor. biraz onunla ayaküstü sohbet edip yanından ayrılıyorum. döner yiyorum.sokaklara girip,sokaklardan çıkıyorum. bi girdiğim sokağa biraz sonra tekrar giriyorum. beni gören de manyak mıdır nedir diye düşünüyordur herhalde diye düşünüyorum. bir yerde karar kılamıyorum. neden sonra ot kafeye gidiyorum.güvenli liman. biraz vakit geçirdikten sonra ertesi gün hakkında aşağı yukarı rotamı oluşturup otele gidiyorum.


cumartesi sabah 9da otelden çıkış. ayaküstü bir boyoz. sonra alsancak iskelesinden doğru karşıyakaya. artık bu sokakları tanıdım, yabancılık hissetmiyorum hissi hakim. karşıyakada iskeleden inince tam karşıda işbankası ve yapıkredi ile birlikte iki tane kadın heykeli karşılıyor beni. rüzgardan şalları uçuşmuş gibi. güzel bir heykel. içeri giriyorum. ilk hedefim pan kitabevi. burası, bu sokalar biraz bakırköye benziyor. pan kitabevi güzel. defterler buluyorum. tosbaa'nın tasarımları. alıyorum. çıkıp sokaklara bakıyorum. bir kahveci görüp oturuyorum,sonunda filtre kahve yapan bir yer.hem de caz çalıyor içerden.bu iyi. oturup defteri çıkartıyorum. vakit nasıl geçiyor.harıl harıl yazıyorum.güzel şeyler çalıyor.kaptırıyorum. kahve bitiyor. bardak selçukdemirel tasarımı. dün sabah diğer tekini kırmış. bir bu kalmış. paşabahçeden mi aldınız diyorum. evet diyor adam gülümseyerek. kibar, güleryüzlü bir adam sahibi. kumru nerde yiyebilirim sorusunu soruyorum. yine aynı tepkiyle karşılaşıyorum: "en iyi kumruyu çeşmede yiyebilirsiniz. buralardaki kumru pek bişeye benzemez. alsancakta şevki var. orası iyidir. ekmeklerini pekmezden yapar" diyor oradaki adam. şevkiyi bir önceki gece uzun sokakyürüyüşlerim sırasında görmüştüm ama hangi sokakta gördüğümü hatırlamıyorum:) teşekkür edriyorum ve kafeden çıkıyorum.

iskeleye geri dönüp konak motoruna bineceğim. hemen iskelenin önünde bir tane simitçi var. ya da gevrekçi mi demeli? bir tane alıyorum simit- ya da gevrek? . tuzsuz ve büyük. kim bitirecek bunu? pekala. motora biniyorum. martılara atıyorum gevreğin çoğunu, kapış kapış alıyorlar, simitin bir kısmı da bana kalıyor. konakta iniyorum. havadurumunda yüzde elli ihtimalle yağmur gösteriyordu bugün için ama neyse ki şimdiye kadar fazla yağmadı. konakta indiğimde yürüyorum, saatkulesinin oraya geçmek için. ben karşıya geçeceğim sanırken bir bakıyorum ki kulenin yanına gelmişim. izmirin bu güzelliği var: araç trafiği alttan verilmiş, öncelik yayaların, yaya olarak iskeleden indiğinizde taa karşıya gidebiliyorsunuz. bu çok güzel! eminönünde olsa, bir sürü keşmekeşin yanında bir de nasıl karşıya geçicem derdi edinebiliyorsunuz oysa. ya da o iğrenç yaya altgeçitinden geçebilirsiniz.tercih sizin. neyse.


bu sefer gündüz gözüyle etnografya müzesi ve arkeoloji müzesindeyim. etnografya müzesinin içinde pek bişey yok, dışı daha güzel. harika mimari. arkeoloji müzesi ise, değerli malzemelerin kötü sunumu olarak özetlenebilecek şekilde izlenim bırakıyor. oysa manzarası ne güzel binanın üst katından bakınca. konak sahilini görüyor. bir özel müzenin elinde olsaydı bu yapı, uçardı muhtemelen. terasına bir de kafe konulurdu, keyifli bir şekilde orada kahve içebilirdik. ama yapılmamış. neyse oradan çıkıyorum bir sigara tellendirip bahçede oturuyorum, bir çift etnografya müzeinin önünde selfi çekiyor,bir kedi geçiyor,arabalar geçiyor. çıkıyorum müzeden. konak meydan. ilk hedefim: kızlarağası han'ı. hanı bulmaya çalışırken bir manisa kebabçısı buluyorum. bu dar ve kalabalık sokaklar bana eminönünü çağrıştırıyor. kebabcıda oturup güzel bir yemek yiyorum. sonra kızlarağası hanını buluyorum. bedesten. han. avlu. antikacılar. plakçılar. avluda bir kahve. dönüşte agora'ya gitmek istiyorum.

gugıl haritalardan agorayı bulucam diye biraz kayboluyorum. zabıta görüyorum ona soruyorum, insan gibisi yok, tarif ediyor, tabelalardan mabelalardan buluyorum agorayı. giriyorum.girişte ne güzel bir kız var gişede. hiç tahmin etmeyeceğiniz yerlerde böyle güzellikler çıkabiliyor karşınıza işte! giriyorum. agora. portiko: sütunlu galeri demekmiş. şöyle yan taraftan başlıyim diyorum. gidiyorum baka baka. girilmez diyor ama kapı açık, ilerde de yürüyüş yolu var. giriyorum girilmezden. meğer mezarlıkmış orası.osmanlı mezarlığı. beyefendi orası yasak. diyor görevli adam. hemen çıkıyorum. neyse. diğer tarafa bakıyorum. roma kralı bilmembişeyin eşi bilmem fortuna gibibişey adına bu kemerli kapıyı yaptırmış smyrnalılar.çünkü karşıdaki sakızadasından düşmanlar geldiğinde buraya smyrnaya, smyrna adına o roma kralı bilmembişey savaşmış. güzel bir kemer. lalettayin sütunlar. bodrumkatında da bişeyler var ama orada kazı devam ediyor sanırım. yine de selfi falan çekmek için yandaki kızlar bi baktım aşağıya girmiş, onlara görevliadam "hanfendi orası yasak." demediydi herhalde. çıktım agoradan. uzun beyaz saçları uzun beyaz sakallarına karışmış gülümseyen suratlı bir dede ile iki kız çocuğu geçti yanımdan.dedemi özledim. bi müddet baktım arkalarından.onlar da agoraya giriyordu. belki de torunlarını almış agoraya getirmişti adam? gülbaba.

dönüşte bu sefer o eminönü benzeri kalabalık ve dar sokaklardan geçmek istemedim, anayoldan yürüyüp konak sahiline vardım. oradan alsancak.ilk hedefim arkas binasındaki sergiydi. girdim, girmeden önce bi baktım arkada fransız kültür merkezi var. neyse sergiyi gezdim, çıkışta fransızkültür'e gittim, bahçesinde kafe vardır düşüncesiyle. bir girdim ki yeni yıl pazarı. kermes. bahçe kalabalık. noel babalar, kahveler, sıcak şaraplar, punchlar, çikolatalı ekmekler, insanlar çocuklarıyla eşleriyle arkadaşlarıyla birlikte burada bu pazarı geziyorlar. hoş bir kalabalık. biraz dolandım sonra çıktım. etrafta biraz daha vakit geçirdikten sonra alsancaktan izbana atladım. havaalanına vardım.

uçakta orta sıradaydım. ben bindim koridor tarafına bir kız geldi. en son da 50li yaşlarında bir kadın geldi pencere kenarına. o sıra pegasusdergisinde füreya sergisi hakkında bir yazıyı okuyordum füreya geldi oturdu sanki yanıma. genco arı röportajı vardı.onu okuyordum. kadın renkli gözlü beyaz tenli kızıl saçlı 50lerinde bir kadın. iyi yolculuklar diledi bana, ben de ona diledim. bir yandan da genco arıya devam ediyorum. neyse hareketlendi uçak, kalkışa geçicek, pencereye bakıyorum, bana dönüp korkuyor musunuz? dedi, yooo, dedim, neden?, bilmem öyle gibi geldi dedi, yok dedim, siz korkuyor musunuz?, yok dedi ben almanyaya bile gittim uçakla, eh ne güzel! dedim. öylelikle başladı nesrin hanımla tanışmam. kadın onca badireler atlatmış hayatı boyunca. koç burcuymuş. şimdi de ablasının yanından dönüyormuş, aileyi çekip çeviren her şeye koşan oymuş çünkü koç burcuymuş o.
-siz ne burcusunuz? diye sordu.
-oğlak dedim.
-ah dedi. tamam. demek bürokratlığınız buradan geliyor...
önce anlamadım. ben mühendisim falan dediysem de, sonra anladım, gülümsedim, kareli gömleğim, mesafeli duruşum ile tam bir bürokrattım. çünkü oğlak burcuydum. oğlak disiplindi, mesafeydi,liderlikti falan. meğer kadının eşi de oğlakmış.
-ah dedi sanki yanımda eşim oturuyor!
gülümsedim. oğlu varmış.oğlu da başak burcuymuş. çok detaycıdır dedi başak. o konuştu ben dinledim, ben cevap verdim, o katıldı, o sordu:
-babanız bürokrat mı?
yok dedim emekli, yine oltaya geldim, hah dedim tamam, mecazi, babam benden daha da bürokrattır :)
çok badireler atlatmış, çok sağlık sorunları atlatmış, artık onları takmıyor nesrin hanım, adının anlamı yabani gül'müş, takmayın dedim, zaten taksam böyle mi olurum dedi gülümseyerek.
konuşurken konuşurken bi baktık hostes inişe geçiyoruz diye anons geçiyor. nasıl geçiğini anlamadık dedi.evet dedim:) sonlara doğru yanımdaki kıza da sataştı, biz burada konuştuk ama sen fazla dahil olamadın diyerek. kızcağız kulaklığını çıkardı kulağından, cevap verdi kadına. o da koç burcuymuş meğer. ben böyle iki koç burcunun arasında bir oğlak burcu olarak oturuyormuşum:) zaten ben nasıl iki kadının arasında otuyurum, acaba koltuk seçimi yapılırken algoritmada bir hata mı oldu falan diye düşünüyordum. ismi tuanaymış bilmemneüniversitesine yeni başlamış kız. neyse. öylece yolculuğun sonuna doğru tuanayı da konuşmanın ortasına çekmeyi başardı nesrin hanım. yolculuğumuzu sonlandırdık. uçaktan inip havaalanına giderken otobüste yine başkalarıyla konuşuyordu o. havaalanında bavulunu alacağı yere kadar ona eşlik ettim. tanıştığımıza çok memnun oldum dedim. o da iyi dileklerini iletti. ruh eşini bul dedi bana. dedim var mı öyle bişey. ten uyumu kadar ruh uyumu da önemli, ruhen anlaşmak da çok önemli dedi, ve ayrıldım füreyaya benzettiğim nesrinhanımın yanından.

bir yolculuk da böylece bitti.













































































































































































istanbul
hosting