25 Mayıs 2018, Perşembe
saat: 01:26


burada yazdığım yazıları seviyorum. 3 seneden daha yenisi yok galiba. çoğunu eskiden yazmışım yani. yazdıklarımda da nasıl bir ruh halinde olduğum apaçık ortada. sinirliysem sinirli, mutluysam ya da sevgi doluysam hepsi anlaşılıyor.

ama hoşuma gidiyor bunları dönüp okumak. bir yandan da minik bi his getiriyor. artık hiç bunları yapacak zamanım kalmamış. artık düşünemiyorum. artık sadece insanların düşündüklerini okuyorum ve manalandırıyorum. halbuki bunları ben kendim düşünürdüm, sonra da okuyunca sevinirdim denk düşünüyoruz diye.

ve görüyorum ki, hepsi olmasa da bazı düşüncelerim (yazmış olduğum) bazı bazı doğru yerlerdeler. acaba o düşünce sistemi içerisinde devam etsem nereye varırdım? kimbilir. belki de o tünelin sonu bombok bi yere çıkıyordur.

yalnızlık ile ilgili düşündüklerim ama seneca ile beraber gitmemiş. seneca, paylaşacak birisi yoksa yaşadıkların neye karar birader tarzında bir bakış açısı benimsiyor. canı sağolsun, bir bildiği vardır muhakkak. eğer bu son senelerde bi şeyler öğrendiysem kendimden yola çıkarak, o da aslında gerçekten büyük konuşmamak ve değişimi kabullenmektir. impermanency diye 50 kere dedi zen. zen de evlendi ha.

her şey değişiyor. değişmeyen tek şey de değişimin kendisi zaten. bu vesileyle şunu da bırakayım -ki sanırım en büyük gelişimim bu-. bertrand russell a diyorlar ki, fikirlerin uğruna ölür müsün mirim? o da diyor ki ben salak mıyım belki yanlış düşünüyorumdur.

işte bu olgunlugu elde etmek biraz zaman alıyor. sen bu kademeye mi geldin diyorsunuz? hayır. no no.. hayır dostlar ben tensel dürtülerin ve herkesi esiri etmiş egonun kıskançlığın çemberi içindeyim. bunlar içten geliyor. senelerce düşündüm, senelerce yazdım yalnız gel gör ki bazı şeyler kontrol edilemiyormuş. ancak dizginleniyorlar bazı bazı.

hep mantık insanı oldum. duygu insanı olamadım. bazen duygularımı bile mantıgımla yonlendirdigimi düşünüyorum. aptal olamadım, aptal aşık gibi. eksikligini hissediyor gibiyim ama bu özenmek gibi sanki. yani şöyle, senelerce sarayda yaşayıp aslında o yokluğu görüp biraz onlara özenen siddharta gibi. güzel olduğunu düşündüğüm için değil, sadece hissetmek için sanki. piza yemek gibi. güzel ama zararlı.

özlemişim yazmayı.
matematik zekamın ciddi olduğuna inansam da esas yetenegimin düşünmek olduğunu düşündüm sürekli. düşünmek, anlatmak. ogrenmek degil, cünkü ogrenmek uzun bi iş. ogrenmek emek isteyen bi iş. bu ise benim dogal bi yetenegim gibi. her şey kafama geliyor, çıkıyorlar. enteresan bi short-term memory sahibiyim, gün içinde çoğu şey matrix gibi gözümün önünde akıyor, farketmeden farkındayım çoğunun. tekrar ettigim sürece benimle kalacaklarını hissediyorum ama tekrar etmeyi unutuyorum. istemiyorum. cünkü tembelim, cünkü diger şeyler beni etkiliyor, cünkü hala insanım.

güzel müzik cok onemli
ludovico bir dahi. gerçekten. bu adamın şarkılarını arkaya açın, o kadar. morpheus umuz olabilir, biz de onun neosu ve trinity leri olabiliriz.

şaka maka, içi dışı bir bi insanım. burda konusurken bile kafamdakileri direk döküyorum. hiç plan yapmıyorum. hoslandıgım biriyle konusurken dışardan bakan hemen anlıyor değişik bakıyorsun diye. ben o kisiler olursa ve konusursam farketmeden üstlerine gidiyorum, yakınlaşasım geliyor. güzel bence bu. giz istemiyorum artık. herkesten gizlenmek güzel degil. herkesten gizlenecegime 1 kisiye kendimi açarım. oyle degil mi? insan yanında şımaracağı değil kendi olacağı birilerine ihtiyaç duyuyor. sorgulamayacak. hatta öyle bi seviyede akıllı olacak ki, anlayacak seni. nerede nasıl davrandığını anlayacak ve egosunu kenara atıp onu kabullenecek o an. bunlar karşılıklı tabi, kimse beni taşısın demiyorum.

zaten anladıgım ve üstünde netleştiğim şu;
2 tane kendi ayagı ustunde duran insan, birbirine destek olmalı. birbirlerine destek olarak ayakta durmamalılar, hali hazırda ayakta olmalılar. ama tökezlenilen her an birisi diğerinin elinden tutmalı, onu düşmekten alıkoymalı.

evet.


istanbul
hosting