02 Ağustos 2018, Perşembe
![]() saat: 15:13
![]() En çok Türkiye mi Almanya mı İngiltere mi seviyorsun diye soruyor yapım eksiz adam. Oğlum cevap vermedi. Soruyu İngilizce tekrarladı. Oğlum I am going to London dedi. Hangi takım peki Liverpool mu Kadıköy mü diye sürdürdü adam. Adam 200 kilonun üzerindeydi ve güvenlik üniformasının içine tesadüfen sızmış gibiydi. Ona Arminin çikolatalı çubuklarından uzattım. Ben almıyım, hemen yarıyor dedi. Yarasın dedim. Ben de uzun yıllar şişman bir bünyeyi oraya buraya taşıdığımdan, bunun tıpkı İslamcılardaki helal olsun gibi, ikramı legalize etmeye yaradığını biliyordum. Aldı. Feribot Pendiğe yanaşıyordu. Tüm Çınarcıkçılar, büyük şehrin varoşlarında kaybolmak üzere sıraya giriyordu. Nasıl olduysa, tamamen aklı başında bir taksi şoförüne denk geldik ve İstanbul'u sevdiğimiz yerlerinden teğet geçerek Sabiha Gökçen'e doğru yollandık. Kardeşim tarafından taksilerde fazla konuşmayın uyarısını bir iki dakika tutabildim. Taksiciyle konuşmayı çok seviyorum ben. Mesela bir Überciyle o samimi diyaloga hiç giremedim. Über otel eşantiyonlarının güzel hali gibi. Neyse, ülkenin durumu kötü, çok kötü dedi. Sabiha Gökçen havalimanı otelinde indik. Boştu. Sigara içilmiyor, yalnız bahçede. Türkiye'de sigaralarımla girdiğim kara paranoyalar. Ntv ve a haber açık. Bavullarımızı alan Mustafa let me introduce you our hotel dedi. Türkçe konuşabilirsiniz dedim. Blue Sky barımız ve restoranımız bu katta. Bir müddet durduk. Otel tanıtımında ben de paye almak istedim. Pizza var mı dedim. Çocuk pizza yemedi de 15 gündür. Cold Turkey. Bilmiyorum dedi. Odalarda sigara? Camlar bile açılmıyor efendim dedi. 3. kata çıktık. Halılarda tuhaf lekeler ve duvarlarda mavi, elektrik kablolarından yapılmış gibi duran bir seri tablo asılıydı. Yatağa oturdum ve Arminin bacağındaki yüzlerce sinek ısırığına baktım. Dün gece Çınarcık, mühendisler sitesi, çamlıktaki açık hava sinemasında yemişlerdir. Saat 20 gibi, bağırsan herkesin duyacağı Mühendisler sitesinde mikrofonla anons geçilmiş ve Armin dikkat kesilmişti. Bu gece, dün yarım kalan filmin devamı gösterilecektir. Siteden gelen alkış. Yan balkondan bağırılır. Ben kaçırdım, baştan gösterebilir misiniz. Mikrofon susar. Mikrofonlu adam içeri gider. Adam derken, ismi Mustafa Bey. Sanayi bakanlığında memur, Ankaralı. Ama film göstermeyi seviyor. Onun için her gün 15 kiloluk beyaz perdeyi inip çıkarmak, gelenlere çamlıktaki plastik sandalyelerden çıkarmak en büyük keyif. Tamam o zaman filmi baştan gösterelim diyor Mikrofona Mustafa bey. Yarım bir alkış. Tam beğenmeyenler mi var bu uçak inişini. Hemen televizyonu açıyorum. Aylardır türk televizyonu görmemiştim, öpmek istiyorum. Seccade var mı diye bakıyorum. Neden bilmiyorum. Yoga yaparım belki diye. Yok. Recep İvedik televizyonda. Arkası dönük denizde, Armin daha iki saniye olmadan kendini yatağa atıyor gülerek. Benjaminle bibirimize bakıyoruz. Bahçede yemek yiyoruz. Armin bahçedeki havuza nasıl oluyorsa düşmüyor. Sabah o ve Benjamin erken ayrılıyorlar, onlar Londraya gidecek. Shuttlea biniyorlar, Arminin gözleri doluyor, I will miss you diyor. Ben de diyorum. Benciğim hangover, o pek bir şey demiyor. Otel odasında tek başımayım. Bir saatim var. Kahve içiyorum, sigaramı içiyorum. Shuttleı beklemeye başlıyorum. Beyaz bir araba geliyor. Shuttle kaza yaptı diyor. İçinde biri varken mi diyorum. Yok dönerken diyor. Bu arabayla gideceğiz. Arabaya 6 kişi falan biniyoruz. Havalimanı inşaatının kıyısından ama havalimanının dışına da çıkmadan, dış hatlar gidişe varıyoruz. Hoşçakal İstanbul'cuğum diyorum. Şu tarafta bir yerde olmalısın. | ||
|