30 Ağustos 2018, Perşembe
saat: 14:07


Golden Gate. Golden Gate'e benzeyen tek yer olarak İzmir Logos geliyor. O perişanlığı o hep aynı düş sokağı sakinlerine mahkumiyeti ama hep aynı kalışı.

Golden Gate çabuk bulunabilsin diye bir tren istasyonunun altındaki beton iki ayağın arasına kurulu.

Mavi neonlarla kapıdaki pioneer cd çalar süslenmiş. Kapı görevlisinin kafasında büyük bir ay var.

Ben ve Levo ay'ı gösteriyoruz kapıdaki adama. Giriş çok kolay. Çok güzel bir gece olacak biliyoruz.
Hak ettiğimizi düşünüyoruz zamansızlığı.

O koca Berghainlerın Kraftwerklerin yanında bir gecekondu gibi gizli gizli duruyor Golden Gate. Dj Kabini sanki biraz ziplenmiş bir dosya gibi, olmayan ama ihtiyaç duyulan boş alana itilmiş.

Bir buçuk oda bir tuvalet bir de köprünün ayağına atılmış, kapının yanında, trafik ışıkları ve vinç manzaralı bir kaç bankın olduğu "bahçe"

İçerisi 50 kişilik. O sırada kaç kişi var bilmiyorum. Kimse kapıdan reddedilmiyor. Herkes Ay hakkında konuşuyor. Bugün ay dolunay temasındayız. Hepimizin orda oluşumuzun bir sebebi var. Kapıdan girip büyük tren sesini terkediyoruz.

Önce tenha...Müzik çok güzel.
Sonra kalabalık, müzik hala çok güzel... T-şörtüm ter içinde. Abuk sabukluk seviyesini aşmışım dansımda. Bir kamera arkası kadar özgür. O küçücük insan topluluğu. O anda orda sabaha kadar beraber olacak insan topluluğu.
Djler Denis Beyer, The choosen Two ve Jörn Ngb.
Tavanlarındaki klimalardan terler toplaşıp geri sana damlıyor diyen adam. Borges konuştuğumuz Arjantinli, arada el ettiğimiz Levo. İranlı kız. Benjamin ofisinin ordaki cafenin sahibi, hep parkta gördüğüm gay adam.
Hepimiz ordayız. Gözlerimi kapatıyorum. İlk kez uzaklaşıyorum kapalı gözlerden. Gözlerim kapalıyken görmeyi deniyorum. Gördüklerim benimle dans ediyor.

Dışarı çıkıyorum. Northface sarı yeşil montlu, çok genç bir çocuk. Wasted. Uzun zamandır o kadar sarhoş birini görmüyorum. Naber diyorum dizine dokunup. Gözlerini temasa doğru açmaya çalışıyor.

Gözleri sadece iki çizgi ve ordan çıkmaya çalışan başka biri var.

O sırada kapıdaki adam da bahçeye geliyor. Bunun omzuna vuruyor. Bir şey getireyim sana içecek. Gerne diyor bu. Gene kimin geldiğini görmeden.

Üşüyorum diyor ama yüzünde dünyanın en güzel sarhoşluğu gülümsemesi var.
İçeri gir diyorum.
Beni bu şekilde alamazlar diyor. Şu halime bak. Bunu 10 dakikada söylüyor. Yoksa bilinç yine aynı Alman bilinci.

Kapıdaki adam ona bir içecek getiriyor.
Ağzını bulana kadar uzun zaman geçiyor. Ben, ay bana aitmiş gibi bakıyorum.

İçeri gireceğim diyorum. Eve git istersen.
Biraz duraklayıp uykuya dalıyor. Yani herhalde. Zencefilli gazoz usul usul northface montun üzerine sızıyor.

İçeriye giriyorum. Saatler geçiyor. Ay ve trenler geçiyor. Hiç bir şey duymuyorum. Ama sabah 8 gibi bacaklarım duruyor. Bitti. Her parti sona erdiği anı kibarca bedenimize söyler.

Dışarı çıkıyorum belki toparlarım diye.
Bu az önceki, gözleri açık, ceketsiz, güneşin altında oturuyor. Seviniyorum.
Hey naber diyorum. Küçük bir çocuk bu şimdi eminim. 18 yaşında belki değil.
Gözlerini çekerek gülümsüyor.
Tanımadı beni.
Şimdi daha iyisin diyorum.
Çok ketamin aldım diyor. Sonra eve giderken bir arkadaşı gördüm ve bana başka şeyler verdi bir anda düzeldim ve onlar da bu değişim karşında beni içeri aldılar.

Seni çok büyük bir akşamdan kalmalık bekliyor değil mi dedim.

Evim olmadığı için sorun yok dedi.
Mavi paltomu giydim. Henüz kimsenin girmediği ubahna inip eve geldim.




istanbul
hosting