03 Eylül 2018, Pazar
saat: 00:25


...

Bugün yine sarhoşum. Votka mı viski mi olduğunu bilmediğim ucuz bir Gürcü içkisi içiyorum. Başım dönüyor. Odalar arasında yürürken daha çok dönüyor. Sevgilimin belinden tutup odanın ortasında döndürmüş müydüm. Ya da şöyle başımı göğe doğru çevirip ne zaman döndüm. Venedik sokaklarında dört beş asırlık evler arasında başımı çevirdim göğe. Sokakalarda bir kanaldan diğerine yürürken. Kırmızı , sarı evler en çok. Sokağın başında Casanova’yı gördüm, elinde kılıcı arkasında iki askerden kaçıyordu. Kanalın üzerindeki küçük köprüden karşıya koşarken yüzünde alaycı bir gülümseme. Gülümsemesine bakılırsa kendisini kovalayan askerler soylu sevgilisinin eşinin adamları olmalı. Sevgilisi, kaçıncısıydı acaba. Küçük bir kapışma sonrasında ellerinden kurup soldaki sokağa giriyor. Peşinden sokağa giriyorum. Sokağın sonu kanala çıkıyor. Bir gondola atlayıp ucunda ayakta duruyorum. Gondol iki sokak sona sola giriyor. Üçüncü ev, sarı olan, kanala açılan kapısında iki basamak var. İkinci katında bir tabelaya gözüm takılıyor. Lord Byron. Burada yaşamış diyorum evin önünden geçerken. Az ileride Casanova’nın diğer sevgilisinin evinin balkonunda içeri girişini izliyorum. Sevgilisinin belinden tutup şöyle bir çevirip havada, sonra ateşli bir öpücük ve geride uçuşan uçuk pembe bir perde havalanıp sönüyor. Lord diyorum, edepsiz mektupları bu evdeki kadın için yazmış olmalı. İlk sokak başında gondoldan atlayıp sokağın sonuna doğru koşuyorum. Meydana gitmekten vazgeçiyorum. Duvar dibindeki sandalyeyi çekiyorum. Garson yanından geçip içeri giriyor. Yorulmuşum. Bir yudum Gürcü içkisi, bir nefes sigara. Sıcaklar bunaltıyor. Balkonda biraz esinti var. Duvarlara tutunarak yürüyorum. Aşağı da kafede kızlar oturuyor. Saate bakıyorum. Birazdan yan apartmandan çığlık sesleri gelmeye başlayacak. Kızlara diyorum içimden, en son ne zaman seviştiniz. Amelie’nin sorusu geliyor aklıma. Bu mahallede, bu saatte kırk rakı sofrası kurulmuş, altmış çift bira içiyor, kız kıza içenlerin sayısı otuzyedi, erkenden sevişmeye başlayan çiftler onyedi olmuştur. Sigarayı ilk kez balkondan aşağı atıyorum. İçeri geçiyorum. Babam yanına çağırıyor. Bir şeyler konuşmak istiyor. Babalar çocukları ile konuşmaz oysa diyorum kendi kendime. Korkuyorum biraz. Babam, benden çekiniyor. Ne olacak diyor, yutkunuyor. Bir yudum daha alıyorum içkiden, içerken yutkunuyorum. Bir yıl daha. “İnsanın beklediği biri olmayınca zamanı bölüp parçalama gerekliliği de kalmıyor.” Kitabı kapatıp sehpaya bırakıyorum. Kendimi yaz başında bir odaya bırakıyorum. Hiç kalkmıyorum yerimden. Bir çok gök olayı oluyor sonra. Sokaktan gün içindeki bininci araba geçiyor. Saymadım o yüzden biliyorum. Odanın ışığını hiç kapatmadım. Martıların çirkin seslerini bekliyorum. Bu ayın mektubunu dört ay önce yazmıştım diyorum. Sonra bir karar vereceğim dedi. Gürcü içkisinden bir kadeh daha. 400 ml’lik bir bardağın yarısına yakınını dolduruyorum. Annem meyve tabağı getirip kayboluyor. Evin içinde dolanıyorum. Tüm ışıkları yakıp, kanepeye uzanıyorum. Martı odanın içine girip serseri serseri bana bakmaya başlıyor. Saçları var mıydı sevgilimin bu kanepede, arıyorum. Doğrulup bir yudumda içiyorum içkiyi. Hastanın su içtiği. Martıya ben yatıyorum sen git diyorum. Sen bilirsin diyor. Gözlerimi kapatıyorum, dünya dönüyor gözümün önünde. Sonra ben dönüyorum, kanepe dönüyor, ev dönüyor. Göğe yükseliyorum, martı hani gelmeyecektin diyor. Gözlerimi kapatıp, martıya aldırmadan döne döne yükseliyorum...

...

istanbul
hosting