24 Kasım 2018, Cuma
saat: 03:44



hayatımın ilk yarısında yazdığım yazıların çoğunda kalp atışım hissedilirdi. çoğu zaman kendini çöpte de bulsa yazının benim olduğu kesindi. sonra yavaş yavaş yaz(a)maz oldum. uzun aralıklarla günceme yazdıklarımda dahi ben yitmiş görünüyordu. 33. yaşımın son dakikaları şerefine ve küçüklüğüme bir selam vererek "gerçek" bir günce yazmıştım ki o da tıpkı çocukluğumdaki gibi bir daha okunmamak üzere yok oldu.
samimiyetle yazıldığı için ömrünün daha uzun olmasını tercih ederdim ama kaderin bir cilvesiyle o da tarihe karıştı.
şimdi aynı şeyleri tekrar yazmak, içtenliği kopyalamaya feda etmek gibi geliyor. kaybolsa da yazdığım günce bana karşı ödevini yerine getirdi, fakat tercih edebilseydim bu samimiyeti seninle de paylaşırdım.

güncem'de tanıştığım biri bana "sınanmamış masumiyet masumiyet değildir" demişti. son senelerde masumiyetime tutunmanın yaşamıma mal olacağını hissettiğim derin bir varoluşsal krize girdim. henüz yeni bir bütünsel ben kurgusunu tamamladığımı iddia etmeyeceğim ama yavaş yavaş tepkisel kabul ve retler yerine düşünülmüş /değerlendirilmiş çıkarımlarla benliğimin kaybolmuş parçalarının yerine neler koyacağıma karar verecek bir denge haline yeniden geliyor gibiyim. eskisinin tıpkı basımı olmayacaktır sanıyorum ama yerine geri koymayı tercih edeceğim parçalar da olabilir.

"küçükken yaşlanacağını düşünemiyorsun" belki ama 30lu yaşlarında insan daha uzun seneler hayatta kalabileceğinin farkına varıyor. yaşadığın zorlukları yaşayabileceklerinin küçük bir örneklemi olarak değerlendirdiğin zaman bu korkuda boğulup yaşamayı bırakabiliyorsun.
küçükken 30 yaşımda muhtemelen beyin kanamasından öleceğimi düşünüyordum ve bu beni korkutmuyordu. aslında tek semptom duyarlılıktı. 30lu yaşlarımda ise bir 50-60 sene daha hayatta kalabileceğim gerçeğiyle tanıştım. ve 30lu yaşlarımın geçen ilk yıllarını bir ölü gibi geçirdim. yani tahminimde yanılmamıştım, beyin kanaması geçirmesem de nefes almaya devam ettiğim halde ölü olmayı başardım. ara sıra aynaya baktığımda yeni farkettiğim bir iki beyaz saça artık (iyi) yaşamanın simgesi olmayı bırakmış, yaşanmamış yıllara rağmen akıl almaz şekilde meydana gelmiş izler gibi görünmeye başlamışlardı. gözümün feri söndü.. 3 senede dağın tepesine varamadım.
az ya da çok çiğnenmiş bir patika göremediğim için yerimde duruyordum ama artık anlaşılıyor ki yerinde sabit durmak da epey yorucu. yol olmasa da etrafta gezinmeye başlamayı seçtim, kısa süre önce. a'dan b'ye gitmeyi hesaplamıyorum. bir yere varırsam, vardığım noktaya b derim olur biter.. fakat arada duyduğum sesler kesin emin olamadığım bir yer(ler)de olmamın elzem olduğunu duyuruyor. bu çok büyük can sıkıntısı, beni bekleyen /benden bir şeyler bekleyen birileri var. yönlerin hepsinin yanlış olduğunu, ya da hiç birinin doğru yol olmadığını bilsen de beklendiğin istikamette gitmediğin için suçluluk hissediyorsun.
işte böyle kimi kaygılara rağmen hareket etmeye başladığım için memnunum. düz bir yol değil ama geçtiğim yerlerde bir patika, bir iz, bir yaşam oluşuyor. ölü taklidi yapmaktan kat kat daha ilginç olduğunu söyleyebilirim.

33. yaşım çok neşeli, cıvıl cıvıl, ya da umut dolu geçmedi. bugün hala gelecekten umutlu değilsem de kendimden umutluyum ve bu yaşıma (kendime) bu yüzden şükran borçluyum.

istanbul
hosting