08 Mart 2020, Pazar
saat: 16:25


kafamızda insanları sürekli bir takım duygularla kodluyoruz. yakın zamanda fark ettiğim şey ise, hiç olmayacak bir insanı "huzur" kelimesi ile kodladığımdır. Aslında huzur da değil de, dinginlik.
Sadece insanları değil, bazı görüntüleri de aslında.

Az önce, ders çalışırken focusing için müzik dinlerken, kafamı kaldırıp duvara baktığımda gözümün önüne senpaim geldi. Muhtemelen, fazlasıyla aynı albümü dinleyip ders çalışırken ara verdiğimde kafamı kaldırdığımda karşımda görmeye alışmış olduğum için.
Yine aynı şekilde müzik değiştiğinde, bu sefer de bambaşka bir ana gittim. Osakaya ilk geldiğim sene kar yağmıştı. Ben de bir sabah erkenden kalkıp, eski evimdeki balkonun kapısını açıp, kahvemi yudumlarken usul usul karın yağmasını izlemiştim, Minoh'taki dağlara.

İki görüntü de anlamsızca dinginlikle kodlanmış benim için anladığım kadarı ile. İkinci görüntüyü anlayabilirim de senpaim ne alaka? diye düşündüğümde gözümün önüne bambaşka bir an geldi. Büyük ihtimalle o gün kodlamaya başladım.

2018 senesinin ekiminden aralık sonuna kadar berbat günler yaşadım burada. Gerçekten hayatında hiç depresyona girmemiş biri olarak, ilk kez depresyona girdim sanıyorum. Sanıyorum diyorum çünkü, o zamanlar japoncam şimdiki gibi değildi ve yardım almak için doktora gidemiyordum. Şimdi yine çat pat anlatırım derdimi hekime, ancak o zamanlar asla anlatamıyordum. Yaşadığım her şey içimde hala kapalı bir kutuda duruyor. Kimseye anlatamıyordum neredeyse nasıl hissettiğimi. Utanıyordum da. Öylesine "vallahi kendimi öldüreceğim" diyerek şakaya vuruyordum ancak, tamamen gerçekti ağzımdan dökülenler. Neyse, yine bir gün, ama berbat bir gün.. Kimsenin selam dahi vermediği ve benim bu saçma sapan insanları umursadığım günler -gerçi kimse de diyemem Sayanagi senpai sağolsun o hiç değişmedi -, bir gün laboratuvarda deney yapıyorum. Tartının başındayım. Bir gün öncesinde deli gibi ağlamışım, blog yazmışım hırsla falan.. O gün net orada olmak istemiyordum. Ama deney yapmaya mecburdum. Tartıda hidroksiapatit tartıyorum. Yanıma biri geldi. Azıcık kenara çekildim, çünkü üst raftan bir şeyler alıyordu sanıyorum ancak bakmadım bile kimdir nedir vs. Tartıyla uğraşıyorum. Kimsenin yüzüne bakasım falan yok. Ama yanımdaki kişi asla gitmiyor, yüzü de bana dönük. "acaba tartıyı mı kullanacak?" endişesi ile kafamı kaldırdığımda, senpamin yanımda durup sadece bana baktığını gördüm. Ben de bakmaya başladım "??" diye. Sonra tutamadım kendimi ":D" diye gülümsedim ve işime döndüm. BSenpaim de bir kaç saniye daha aynı şekilde orada durup, ayrıldı. O gün aylar sonra ilk kez birine içimden geldiği için gülümsediğim ilk gündü sanırım.
Birine içimden geldiğince beni o kadar rahatlatmıştı ve o kadar huzur dolmuştum ki, sanırım o gün birebir kendisini "dinginlik" kelimesiyle kodladım kafamda, istemeden.

Elbette tanıdığım ya da tanımak zorunda olduğum Japonlar arasında çok çok iyi insanlar varlar. Ama emin olmadığım şeyler var.
Mesela kendisini huzurla tanımladığım o senpaime dahi mesaj atıp "doğum günüme geleceğini söylemiştin. hatta kendin sormuştun. gelecek misin?" diye sormaya çekiniyorum. Muhtemelen de sormayacağım.
4 senedir tanıdığım insanlara şu mesajı atmaya çekiniyorum ama, kongrede tanıdığım Saito sana atabileceğimi düşünüyorum mesela.
Huzur deyince şimdi bir de o geldi aklıma.

Mesela,
ORS-Phoenix'e giderken, US LA havalimanında başımıza gelmedik kalmadı, yolcular olarak. Uçağımız iptal oldu, bizi LA den Fresnoya yolladılar vs.
Neyse, Fresno havalimanında sigara içmek için dışarı çıktım, elimde starbuckstan aldığım içecek... Gittim sigara içme alanına. Bir tane japon oturuyor. Selam verdik birbirimize. Ben oturdum, ne oldu hatırlamıyorum aslına. Konuşuyor muyduk konuşmuyor muyduk.. Sanırım uçakla ilgili konuşuyorduk, derken, benim elimdeki içecek pat diye yere düştü ve ben gülmeye başladım. bi baktım, japon da gülüyor. sonra ben "yaaa çileklerim :.(" dedim. Sonra da bardağın içinde kalan çileği bir güzel alıp yedim. Japon bana bakıp daha çok gülmeye başladı. Sonra o bankta oturup gün batımında bomboş konuştuk dakikalarca.
O ana şimdi dışarıdan baktığımda, mesela havalimanının giriş kapısından baktığımda, bankta oturan bir japon bir türk görüyorum. ikisi de elleri bankta hava limanının kapısına bakıyor bir gün batımı, ve ayaklarını sallıyorlar banktan aşağı. Gülüyorlar falan. Çok yorgundum, hiç tanımadığım biriyle aynı sıkıntıyı yaşıyordum, ama o muhabbet, o gün batımı, o hafif ılık rüzgar, yandaki çocuk parkımsı bölge vs kafamda "dinginlik" kelimesi ile kodlanmış durumda.
Sonra gittik içtik Saito sanla.
Kyoto muhabbeti geçince de "Kyotoya gelince beni ara lütfen" dedi mesela. Tamam, dedim. Fushimi İnari'yi o da seviyormuş mesela. Onları konuştuk. Kahve olur, yemek olur, içedebiliriz.. Görüşelim dedi. Tamam dedim. Çok da sevinirim. ama garip olan, 3 gün önce tanıdığım insana, Kyoto'ya geliyorum diye mesaj atmakta bir çekince hissetmezken, 4 senedir tanıdığım insanlara mesaj atmaya çekiniyor olmam.


Neyse ya.
Yani işte böyle.
Görmeye alıştığımız bazı insanları görmediğimizde farklı iki duygu yaşıyoruz aslında.
1. Görebileceğimizi bilmenin verdiği rahatlıkla, her zaman yanımızda hissetmek, ve hayatımızda var olmaya devam etmeleri
2. Yabancılaşmaları.

Marcos ilk gruptan. Asla yabancılaşmadı benim için. Görüşme planımız sadece hayallerimizde ya da isteklerimizde, ancak biliyoruz ki hep beraberiz. Arkadaşlığımız ucuz değil.

Ancak tanıdığım, çok sevdiğim, çok değer verdiğim aynı ülkede hatta aynı şehirde olduğum bir çok insan 2. gruba düşüyor sanırım. Bu üzücü tabi.
Ancak yapacak bir şey yok.

Ben adım atmaktan yoruldum çünkü insanlara.
Biraz da onlar adım atsın. Atmıyorlarsa da böyle bir takım cümleler içinde kalır gider isimleri.


Neyse öyle işte



istanbul
hosting