30 Ağustos 2020, Pazar
saat: 16:12
MASKE BİR KEZ DAHA DÜŞTÜ “Başkumandan Muharebesi Efendiler, 26, 27 Ağustos günlerinde, yani iki gün zarfında düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda bulunan müstahkem cephelerini düşürdük. Mağlup olan düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık. 30 Ağustos'ta icra ettiğimiz muharebe neticesinde (buna Başkumandan Muharebesi unvanı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini imha ve esir ettik. Düşman ordusu başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına dahil oldu. Demek ki, tasavvur ettiğimiz kati netice beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1 922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir genel istikametinde hareket ederken, diğer kısımlarıyla da düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini mağlup etmek üzere hareket ediyorlardı.” Nutuk/Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk Bugüne şöyle uyanmak isterdim. 30 Ağustos’u unutmuşum, Pazar olması sebebiyle de kendimi geç kalkmaya planladığım için öyle uyuyorum. Sokaktan gelen bando sesleri alkışlar, yürüyüşler, havalanan uçakların sesleri Zafer Bayramı’nın gümbürtüsüyle yatağımdan sıçrıyorum. Tabi ki hayal! Yine de bugünkü gibi uyanmak istemezdim. 10 gibi yataktan çıktım. Balkona geçtim. Üç-beş binada asılı bayrakla sessiz sokağa bakadurdum ağzımda sigarayla. Sanki Zafer bizim değil de Yunanın, General Trikopis’in zaferiymiş gibi hissettim. Öyle bir sessizlik. O bayraklarda “Yensen de yenilsen de seninleyiz.” demek için asılmış gibiler sus-pus içinde. Bundan 3 ay önce coşkuyla kutladığımız Ulusal Egemenlik Bayramını hatırlıyorum. Gene aynı korona var. Hatta karantina günleri yaşanıyor. Vaka ve ölüm sayısı daha fazla. Türk Havayolları özel bir uçuş gerçekleştiriyor. Semalarda Ay-Yıldız çiziliyor. TV’ler bangır bangır bayram diyor vs. vs. Sonra bir haber 30 Ağustos korona sebebiyle yasaklandı. Sonra bir haber ilk haberi yalanlıyor. Sonuç Bayram devletin tekelinde klasik prosedürlerle geçiyor. Sonra “Yasak yok.” derler. Şaşırdık mı? Elbette hayır. Geçen seferki politika gereği Atatürk seviciliği yapmaktı. Daha önce yasakladıkları gibi gene aynı oyuna başvurdular,farklı taktikle. Çünkü artık gerek kalmadı. Ayasofya Müzesi, Kariye Müzesi cami oldu. Kılıçlar kuşanıldı. Minberden hutbe okundu. Atatürk lanetlendi. Ki lanetleyen o makamını bu zafere borçlu. Yoksa öyle hutbe verebilmek için okumak yerine, şeyhin-şıhın elini eteğini öpmesi gerekirdi. - Gerçi gene yapıyor. Bilmem ne hazretleri! Çok büyük zat! Allah dostu...- Yobazların sakalları sıvazlandı. Cihatçılar hazırlandı. Kim takar 30 Ağustos’u? İşte maskeler bir kez daha düştü. Asıl kızdığım nokta bunların 30 Ağustos’u kutlamaması değil, zaten böyle bir beklentim yok. 30 Ağustos bunların tekerine çomak soktu. Rahatlarını bozdu. 30 Ağustos 1922’den 3 ay sonra 1 Kasım 1922’de hilafet kaldırıldı. Neden kutlasın ki? Kızdığım nokta bunlara o yetkinin verilmesi. Ve hala bilinçsizce destek buluyor olması. Şu traji-komik duruma da değinmeden geçmeyeceğim; bir dükkân açarsanız hayrına limonata pasta dağıtırsınız, insanlar hayırlı olsuna gelir, sonra o dükkân güzel işler başarır, bu sefer tebrikler gelir. Bunlar limonatayı-pastayı yiyip kaçan tipler. İkiyüzlüce deli gibi kutladıkları meclis açılışı bu zafer içindi… di... di…di… Neyse Cumhuriyetin getirdiği aydınlıktan gayet memnun biri olarak, 30 Ağustos Zafer Bayramımızı kutlarım. | ||
|