19 Aralık 2020, Cuma
saat: 02:47
Perspektif ağaç tv Mutfağın küçük penceresinden dışarıyı seyrederken salatalık doğruyordum. Birden sağ kulağımın dibinden ama çok derinlerden bir ses duydum. “Dışarı çık ve pinpon topunu kovala!” diyordu bu ses. İyice odaklandım sese, evet yanlış duymamıştım. Pinpon topunu yakalamam gerekiyordu. Genellikle bana içtenlikle verilen emirleri yerine getiririm. İçtenlikle mi, hmm... Üzgün salatalıkları salata tasının içinde bırakarak dışarı fırladım. Sanki deprem oluyormuşçasına çıktım evden, o yüzden fırladım dememi çok abartılı bulmayın, yoksa sizi üzerim. Karantina hareketsizliği ile baş etmeye çalıştığımdan kan ter içinde kaldım. Apartmanımızın girişinde marketi olan canımız bakkalımız Hakkı Bey “hayır olsun Zolkan Bey, nedir bu haliniz?” dedi beni görünce. “Hayır Hakkı Bey hayır, pinpon topu beni çağırıyormuş. En hızlı bir şekilde ona ulaşmam lazım, en azından kovalamalıyım. Emir aynen böyle geldi” dedim. Hakkı Bey’in yüzünü okumlamaya çalıştım. Okumlamak hiç bir zaman bu denli acı vermemiştir. Kendimi mental rahatsızlığı bulunan biri gibi hissettim ki bu gelişmeler sonucunda böyle hissetmemin normal olduğunu kabullendim. Bu ayrıntıya girmesem iyi miydi, Hakkı Bey’le bundan sonraki ilişkimiz nasıl şekillenecekti derken odaklanmam gerektiğini fark edip önce Gülseren tarafına doğru koşmaya başladım. Bu arada gelen emri tekrar düşünürken bir şeye kesin olarak kani oldum. Pinpon topunu kovalayacaktım, yakalamam söylenmemişti. Kovalamam yeterliydi. Kovalamam sonucunda başıma ne gelecekti, belki sonrasında ikinci bir mesaj gelir diye düşündüm. Salamis Yolu her zamanki gibi çok arabalı, çok trafikliydi. Caddenin okula yakın kısmındaydık, döner kavşağın etrafında kıspet giymiş Üniversite beyzbol takımı vardı. Üst kısımları çıplaktı ve etraftaki kalelere koşuyorlardı. Neden kıspet giyerek beyzbol oynuyorlardı? Elimin körü Zolkan. Ben neden pinpon topu kovalıyorsam onlar da ondan kıspet giyip beyzbol oynuyorlardı işte. Kabataş yalanı geldi aklıma, kadınların küfrettiği erkeklerin vurduğu ağır satanist bir ortam vardı sanki burada. Üstsüz beyzbolcular lateks giymiş birer caniye benziyorlardı. Birkaçının yüzüne bakma cesareti gösterdim. Hırlıyorlardı. İçlerinden biri “Göletin oralarda ağaçların arasında birkaç pinpon topu kovalıyor olacağım. Çünkü google böyle diyor aha bak” dedi ötekine. Bu ne biçim bir Türkçe seni saldırgan horoz dedim içimden. Biri diğerinden farksız, öteki berikiyle tıpa tıp aynıydı bunların. “Sizi üstsüz, lateksli sözde Kabataş sapığı tipli beyzbolcular” dedim bu kez bağırarak. Çünkü sinirlenmiştim. Çünkü pinpon toplarını kovalamak benim görevimdi. “Evet ama halen amaç sadece kovalamak bunu unutma” diye kendimi sakinleştirdim. Bırak sen kovalamış ol, onlar yakalarsa yakalasındı. Ben sakinleşsem de bu iğrenç kıspetliler öfkelenmişti. Haklıydılar tabi. Hakaret etmiştim onlara, iki tanesi beyzbol sopasıyla üzerime koşarken “ bu sopayı senin ağzına sokarım” diye bağırıyordu. Kıbrıslı olduğu için geniş zaman kullanıyordu, sokacağım diyecekken sokarım demesi bu yüzdendi sanıyorum. Sürekli ağzıma sopa sokulmayacaktı yani, bir kaç saniyeliğine bunu düşünmek beni rahatlattı. Ama teyakkuzda olmalı ve dikkat etmeliydim. Bu yaşadıklarım tam bir freak show kıvamı almış, handyse Running Men kıvamında bir matadora dönüşmüştüm. Neyse ki karantina beyzbolcuları da hamlaştırmış, antremansızlıktan koşarken “müfits müfits” diye zorlanma benzeri sesler çıkarıyorlardı. Ben, yani bu hikayenin kahramanı olan ben, asla böyle sesler çıkarmadım. Hikayenin gücü beni ayakta tutuyordu. Öyle kıvrak hamleler, müthiş kahramanlıklar yapmama gerek olmadan göletin etrafına geldim. Pinpon topları ile görülecek bir hesabım vardı. Bir yandan da ikinci bir mesaj gelir mi diye, haltere bakan Naim tipi ciddiyet damarımı koruyordum. Henüz gelen bir şey yoktu, sıçmaya çalışan düz insan ciddiyetli ifademi yerine koyabilirdim. Göletin etrafı bu mevsimde konaklayan allıturnalar sayesinde bayram yeri gibiydi. Tv dizisi Miami Vice jeneriğinden de hatırlayacağınız, namı diğer flamingo kardeşlerdi bunlar. Suyun sığlaştığı kısım ile yer arasındaki 10-15 metrelik alan adeta yeni havalimanı gibi kullanıyorlardı. Bir allıturna iniyor, bir allıturma havalanıyordu.. .Muazzam ortam vardı burada, kaç dakika bunu izledim bilmiyorum. Arada bağlamdan kopuyordum, evet. Neden sonra kendime geldiğimde bir iki allıturnanın ağzında turuncu renkli, yuvarlakça bir şey gördüm. Pinpon topları! Gayriihtiyari ve hırsla “yess be annem” dedim bağırarak. Allturnam bizim eve varmıştı, şeker söylemiş, kaymak söylemiş ve bal söylemişti. Bunları yaparken de ağzında pinpon topu tutmuştu. İyice çığrından çıkıyordu durumlar, allıturnalar ile konuşup bu durumu barışçıl bir şekilde çözmeye karar verdim. Yanlarına yaklaştım ve kesinikle zarar verme niyetim olmadığını ama kendilerini bir miktar kovalamam gerektiğini ilettim. Allıturnalar hep bir ağızdan “ama neden” dediler. Ben de “emir bu yönde, uygulamam lazım” dedim. Başlarda anlayışla karşılandığımı söyleyebilirim. Ancak bir iki dakika koşuşturmadan sonra durumumdan haberi olmayan sürünün liderinden esaslı bir gaga yedim. Bana hayatımın en acılı kafa masajını yaptı, tiftik keçisi gibi hissettim kendimi. Üstüm başım yırtık pırtık, elim yüzüm yara bere içinde kaldı. Salamis yolu girişine kadar takip ettiler, sonra kovalamayı bıraktılar. Avcıyken av olmuştum. Bir yandan da şöyle düşünüyorum, benden istenilen görev için gerekeni yaptım mı, evet. Kalktım buralara kadar geldim ve pinpon topu yerine allıturna sapığı gibi etrafta koşturdum mu, evet. Aynen denileni yaptım. Gönlüm rahattı. Evin girişinde Hakkı Bey örselenmiş bedenimi görünce dehşete düştü. Başımdan geçenleri anlatacaktım ki, Hakkı Bey eliyle size bir şey açıklamalıyım ama lütfen çok üzülmeyin ve sinirlenmeyin der gibi bir işaret yaptı. (Şimdi bu tip el işaretlerini herhangi bir metinde betimleyebilmek imkansıza yakın bir şey olduğu için bunun nasıl bir işaret olduğunu sizin hayal gücünüze bırakıyorum.) “Zolkan Bey, sabahleyin siz kan ter içinde dışarı çıktıktan sonra haberimiz oldu. Bana da karşıdaki eczacı kız anlattı zaten. Adamın biri içinde yüzlerce pinpon topu bulunan bir torba taşıyarak etrafta“bunları kovalayın, pinponları takip edin” diye bağırıyormuş. Nezarete götürdüklerinde durum anlaşılmış tabi, adam eskiden Kıbrıs masa tenisi şampiyonuymuş, 1992 yılındaki pinpon topu krizi nedeniyle oynayacak hiç top bulamayınca aklını yitirmiş, zavallı adam. Siz sanırım bu adamcağızın sesine kulak verdiniz.” Önce inanmadım, inanmak istemedim. Mantığa bürümeye devam ediyordum. “Peki o kıspetli beybolcular neden pinpon kovalıyordu? Diye sordum Hakkı Beye. “ha o mu” dedi Hakkı bey bir iki saniye gülerek es verdi. “Bizim üniversite beyzbol takımının geleneksel ritüelidir o, her sene allıturna zamanında kıspet giyip gölete çıkarlar ve pinpon topu kovalarlar” dedi. Şimdi her şey mantık perspektifine oturmuştu. Eve çıktığımda Yaşam Hastanesi arayarak önce KBB’den sonra da nöroloji servisinden randevu aldım. etyen. | ||
|