10 Şubat 2021, Çarşamba
saat: 17:09


KIÇINIZA SUNAYAKIN hikayeleri

TOPAÇ MUKTEDİR ELEMAN

"Bir dirhem et bin ayıp örter Selami. Hadi ye şu önündekileri de beni kızdırma, beni oraya getirtme! Hadi Çocuk!"

Anneannesi Selami’ye serzendiği ya da kızdığı zamanlarda çocuk diye seslenirdi. Başka kim daha çocuk diye sesleniyordu? Atatürk! O zaman anneannesi de Atatürk gibiydi. Güçlü, kuvvetli, muktedir… Muktedir de anneannesinin lafıydı, dedesinden konu açıldı mıydı “ne muktedir adamdı rahmetli, şimdi onun gibileri yok ortamlarda. Alem göt oldu” derdi anneannesi. Selami anneannesini babaannesinden çok seviyordu. Onun da ikili yaklaşımı buydu işte. Dualizm her yerdeydi.

“Tamam anneanne yiyorum işte, ama sen de çok koymuşsun tabağıma.”
“Yiyebildiğin kadar ye o zaman ne yapalım, yemediğini Asfalt’a verelim.”

Asfalt evin köpeğiydi. Evin önündeki soğuk asfaltta yatmayı sevdiği için 4 aylıkken ismi Tarçın’dan Asfalt’a evrilmişti.

"Asfalt bamyayı ne yapsın anneanne ya? Yemez o."

"Senin gibi mıymıntı değildir o, yer benim canım Asfaltım."

Asfalt isminin sahibi tarafından çağrıldığını duyunca şımararak odaya girdi ve ön ayaklarını birleştirerek klasik “sev beni” dansını yapmaya başladı.

Selami Asfalt’ı kıskanır gibi hissetse de, köpek o kadar sevimliydi ki içi yumuşadı ve istemsiz gülmeye başladı. Ne de olsa her ikisi de çocuktu.
Asfalt gerektiği kadar şımardıktan ve yeterli sevgiyi gördükten sonra arka odaya geçti.

“Annen evde nasıl Selami?”

“Bu aralar babamla araları pek iyi değil, burnundan soluyor. İşyerinde sunumu mu varmış neymiş, atarlı giderli yani.”

“Çocuk, ne biçim konuşmak o öyle anne için?”

Anneannesi çıkışmakta haklı olduğunu düşünüyordu düşünmesine ama Selami’nin üzerine fazla gitmek istemiyordu, Selami’nin damarı aynı kızının damarıydı çünkü. Domuzu tutu mu ağzından laf almak imkansızdı.

“Ya anneanne ya, her şeye bir şey diyorsun. Come on ya Allah aşkına”
“Kamon mu? Ne diyorsun çocuk?”

“Ya tamam bir şey demiyorum. Sordun söyledim işte. Bir de bir elemanını işten çıkarmış geçen ay, ondan da sinirleri bozuk gibi.” Elinin ayasını tv’de gördüğü bir Amerikan dizisindeki gibi anneannesine çevirdi ve “tüm bildiğim bu sayın yargıç” dedi.

Anneannenin içinden geçenler o anda tam da şöyleydi: “Ananı büyüttüm, teyzeni de büyüttüm. Yetmedi, anan parasına kıyamadığından mıdır ya da başkalarına güvenemediğinden midir artık orasını bilemem, çocuğunu da başıma saldılar. Allahı var başta torun dedik bağrımıza bastık ama sanırım çocukla bir ortam olmaktan sıkıldım artık ben. Baksana velet de iyice çok bilmiş oldu, bu biraz daha büyüse zaptedemem de.”

“Peki babanla neden bozuklar? Sen duydun mu hiç kavgalarını falan?”

“Yok ama beni yatırınca içeride sesler yükseliyor. Ne dediklerini duymuyorum ama zaten umrumda da değil.”

“Niye üzülmüyor musun onlar kavga edince?”

“Yani üzülüyorum ama ben aralarındayken çok iyi rol yapıyorlar. Sürekli gülüyorlar falan. Ben de rol yapıyorum bir şey yokmuş gibi, geçinip gidiyoruz.”

Selami’nin sözleri üzerine anneane gülsün mü ağlasın mı bilemedi. Bir yandan torunun zekasına hayret ediyor, öte yandan evdeki duruma endişeleniyor; ama en çok da çocuğun böyle bir duyguyla başa çıkmaya çalışmasına içerleniyordu.

“Anneanne bana para verir misin? Beyblade almam lazım.”

“Beyblade de ne evladım? Pahalı bir şey mi?”

“Topaç gibi bir şey, çok pahalı da değil. 100 tl versen en güzelinden bir tane alırım heralde.”

“Ha bir şey değilmiş. Yatak odasında cüzdanım var, kırmızı renkli. Onu getir de vereyim oyuncağın parasını.”

Anneanne bir kızının aldığı aylık 20 bin tl maaşı düşündü, bir kocasından kendisine kalan kuş kadar emekli maaşını düşündü. Çocuk annesinden isteyemiyor muydu acaba? Gençken neyi varsa iki kızı için harcardı, kendisi için ne de az şey yapmıştı şu hayatta”

Selami içeri girer girmez, Anneanne çocuğu kolundan tuttu ve “yürü Selami” dedi.

"Nereye gidiyoruz anneanne?"

"Önce sana beybaleta alıyoruz sonra da seni anana bırakıp Yalova’ya kaplıcaya gidiyorum."

etyen.




istanbul
hosting