18 Ağustos 2021, Salı
![]() saat: 03:23
![]() bir yerlerde bir tartışma: "sürekli kavga edilen ortamda büyümek" Fikir beyan etmedim, fakat takip ettim. tabii, tartışmada en çok sesi çıkanlar, böyle bir durumdan mağdur olanlar. mağduriyet dile getirildikten sonra da en çok dile gelen, bağlantılı olarak, kişisel karakter bozuklukları. çünkü travmalar. çünkü, travmaların geçmemesi. özne genelde aile. yetmez ama evet bence de. hatta, ben de ekliyeyim, sürekli kavga edilen ve dış dünyaya herşey harika gibi rol yapılan ortamda, yük bir kat daha artar. artmaz mı, insan kendini iki yüzlü hissetmez mi, bastırılmış, yalan söylemek zorunda bırakılmış hissetmez mi? saklayacakları olmasından utanmaz mı? durumu, herkes gibi ben de çözümleyebiliriyorum. ama hala yetmez. niye bunu ailenle sınırlandırıyorsun ki? biraz genişletip, kendini etkisiz bir gözleyen konumuna oturtunca, aslında, oksijenini içine çektiğin atmosferde, kavgalara da ek bir sürü rezillik bulabilirsin. illa ananı babanı suçlamana gerek yok. çocukluk arkadaşlarından, ilk aşkına, öğretmenlerine kadar, aslında, yıllar geçtikçe omuzlarda travmaların yükü arttıkça artıyor. bir de tabii görelilik var, benim güleceğim şey, başkasına travma, benim hiç görmediğim şey, ahmete ayşeye travma. sadece oksijen mi soluduğunu sanmıştın? bir de bütün o kötücül çevrenin-objelerin-subjelerin kardeşlik çağrısı var, eminim herkesin kulaklarında dolanıyordur; bunlar her ailede, her arkadaşlıkta, her ilişkide olur. bok olur. o senin kaypaklığın, beceriksizliğin. tıpkı "her politikacı cebini doldurur, önemli olan işe yarar bişeyler de yapması" diyen cahiller gibisin. bütün bunlar toplanınca da, 25-35 yaş aralığına gelip aynı düşünce sistemine, aynı işleyişe teslim olmuş bir dünya avare, "asosyalim, bağırmaya duyarlıyım, kavga olunca korkuyorum, yüksek ses beni en sinirlendiren şey, onun-bunun-şunun aynısı olmaktan korkuyorum, sevgili-eş-dost istemiyorum ..." tipi her türlü uyumsuzluğunu, karakter bozukluğunu birilerine yıkarak, içini rahatlatıyor. bu iç rahatlaması, vicdan vb. kavramlar, ne kadar da siktiriboktan kavramlar. evet, elbette, o kadar kalabalığız ki, birilerinin boku üstümüze sıçramadan dolaşamıyoruz şu dünyanın üzerinde 15 yıl boyunca bile. ben o kadar seke seke yürürüm, ben bile dolaşamadım. üstelik, farkındalığı yüksek biri olarak, bu gariban kavgalı/mutsuz ortam mağdurlarının, bu ortamı siper ettikleri davranış bozukluklarının pek çoğunun evrimini kendimde de izledim. deli gibi öfkeli olduğum zamanlar oldu, bağırma/çağırma duyunca gözlerimin dolduğu anlar oldu, şiddete meylettiğim zamanlar, kendimi suçlayıp durduğum, kendimi mutsuzluğa mahkum saydığım, tetikte olduğum, tedirginliğin genel ruh halim olduğu zamanlar oldu. hatta ve hatta, hala pek arkadaş canlısı sayılmam, şu yaşıma geldim, sağlıklı bir ilişki kuramadım vb. bütün bunların da, yaşadığım/gördüğüm/gözlemlediğim kötülüklerle ilgisi yok tabii ki diyemem, ama şu dünyada yaşadığın her boktanlık, boynunda asılı, ömrünün sonuna kadar çıkmayacak bir halka da olmasın. biraz hür ol. ben anlayamıyorum bu dramaları. yok aynı travmalarını çocuğuna yaşatırmış, yok aynı mutsuzluğu yaşamamak için her türlü ilişkiden kaçarmış. bak cümleler çok basit. arkadaşlarım ne bok yedi ise yedi, bu yeni tanışacağım insanların bana davranışını ya da benim onlara davranışımı sekillendiremez. eski sevgililerim ne bok yediyse yedi, bu benim mutlu bir birliktelik yaşamayacağım anlamına gelmez. anamla babam ne bok yediyse yedi, bu benim çocuklarımı nasıl yetiştireceğimi etkilemez. ben, geçmişimdeki bütün insanlardan bağımsız ve onların bireysel davranışlarına/tercihlerine/yaşam biçimlerine saygılı bir insan olarak, gelecekteki ve hala hayatımda kalabilmiş olan insanlarla olan etkileşimlerimden gayet umutluyum, hepsine de olabildiğince pozitifim. fakat, yine de, yoğurdu üflemek var ya, işte o insanı üzüyor. o yüzden işte, tıpkı bu konuda tartışanlara olduğu gibi, kimseye artık "amma dram yaptın be" demiyorum. cidden demiyorum. muhtemelen, kendince sebepleri vardır. kimbilir ne güzel dokunulmamış beyni/kalbi, kaç kere paramparça olmuştur. en iyisi, kimseye bu travmaları vermeden yaşamak. en iyisi, kimseye bulaşmamak. yoksa, o yoğurdu üflettiren sistemin bir parçası oluyorsun. bu öyle bir çoğalma türü ki, kalıtsal materyal sadece anneden babadan değil, bütün çevreden bulaşıyor. kabus gibi insanların üzerine çöküyor. bütün hayatlarını değiştiriyor. büyük mutsuzluklar veriyor. ben o döngünün bir parçası olmayayım. bak, yine kendi sahibine dönüşen köle oldum. murat gülsoya selam olsun. ben bu halkayı kırarım ama.35 yıldır, görüp algılayabildiğim her türlü kötücüllükten kaçınıp, onların olmadığı bir dünya hayal edip, bunun için mücadele ettim. hala da değil pes etmiş, yorulmuş bile değilim. aptal kavgaların olmadığı, sevebildiğim ve sevilebildiğim, içten olabildiğim, canımın istediğince gezip tozabildiğim, tamamını olmasa bile büyük çoğunluğunu keyif alarak sürdürebildiğim ve hayallerimi hiç de dram yapmadan yaşayabildiğim bir dünyam tabii ki olacak -kısmen var zaten-. Ha belki ben o dünyada yalnız başıma olurum, ama en azından o zaman da uzaktan, o boktan dünyanıza bilmiş bilmiş gülerek bakıp, şarabımı yudumlarım. ama öyle oturup televizyon izler gibi saatlerce de izleyemem, kimse kusura bakmasın. | ||
|