10 Eylül 2021, Perşembe
saat: 04:23


Daha gençken, felsefi düşünceler ile zaman geçirip, hayatın nasıl olması gerektiğine dair teoriler ortaya atarken, hayatı kacinilmaz döngülerden oluşan bir bütün olarak düşünmüş olabilirim. Çünkü insanların kaçınılmaz mutsuzluğunu, ya da sıkılmışlığını açıklamak için güzel bir yol. Bir şeyleri keşfediyorsun, davranış haline getiriyorsun, alışıyorsun ve bunu zamanla yapamaz hale geldigin için, sürdüregeldiğin çemberlerin içinden çıkamaz oluyorsun zamanla.

Ben, ister çemberler tanımı üzerinden olsun, ister başka türlü tanımlamalar üzerinden, çok da başarılı bir hayat surduremediğimi düşünme eğilimindeyim. Kimi insan bu durumumu şımarıkça, kimisi de zalimce bir davranış olarak niteliyor. Fakat, geri kalan tüm parametreleri bir kenara koyarsak, dışarıdan tabii ki anlaşılamayacak içinden çıkılmaz bir mutsuzluk ve yalnızlık kapanina sıkıştım. Ben bu algıyı, kendine dürüst olmak olarak tanımlıyorum. Bu tesadüfi bir durum da değil, bu dürüstlük halini bir prensip haline getirdiğimi düşünüyorum. Yeni bir atmosfer, ya da eski tanıdık atmosferler, çeşitli stereotipte insanlar, bunların hiç biri durumu değiştirmiyor. Tek parametre, benim nasıl hissettiğim.

Üstelik, kendi kendine keyif alabilmenin sınırlarına da ulaşmış durumdayım, muhtemelen, bir insanın yalnız başına çıkabileceği en üst keyif düzeyine cikmisimdir. Hatta, istikrarla o düzeyde dolanıyor da olabilirim, ben önemli kişisel değerim istikrar zaten şu hayatta.

Kendi kendime çıktığım yürüyüşlerim, insanların sosyalleşmek amaci hatta profesyonel olarak kullandığı kimi aktiviteleri bir hobi haline getirmiş olmam falan derken, bireyselligin en keyifli tepelerini keşfettim sanıyorum. Zaten bunun için yeterince uzayım da zamanım da oldu. Ben her güne hafif başlayan biriyim.

Fakat dostum, benim içimde bir boşluk var.
Işte o boşluk orada olduğu sürece, ben kendimi hayatta başarısız sayarım.

Yine de, madalyonun öbür yüzü de var. Elbette, ben içinden çıkılmaz çemberlerime sıkıştığımı anladığımda, hissettiğimde, eş zamanlı başka bir hissiyat daha geliyor. O da , o konuda hiç bir şey bilmeme hissi.

İş yerimde, başladığım yeni proje, uzmanlık alanında örneğin. Fakat, o bilgisayara da önce dokunmamış gibi bir his içimde. Üstelik, panik yok ya da olumlu bir heyecan da yok. Çok derinlerde kalmış bir aşinalık, bana güzel bir yol çizme şansını veriyor.

Yeni bir arkadaş çevresi oluştururken de aynı acemilik hissi, bu işler nasıl yürüyordu, hatırlamıyorum. Sanki, daha önce hiç arkadaş çevresi edinmemisim gibi. Kuralları bilmemek durumu değil, bir acayip yabancılık. Kuralları biliyorum, fakat, ne acayip bir şey sosyalleşmek. Sanki o fotoğrafa ait değilim ben. Fotoşop ile eklenmiş gibiyim.

Uzun süredir bir sevgilim yok mesela, olursa, normal çiftlerde gordugüm, geçmişte bolca tecrübe ettiğim şeyler nasıl olur, birinin elini nasıl tutarım, nasıl hissederim, öpüşmek falan nasıl bir şeydi?

Ya da, bazen kamerami elime alıyorum, bin tane ayar var. Benim, ödüllü fotoğraflarım var fakat, şaşkınım o vizörden bakarken. Elbette, fotoğraf makinesini optik sistemine kadar tanıyorum, fakat sihir gibi geliyor.

Bu durumlar, bir herşeyi yeniden keşfetme halini de beraberinde getiriyor işte, ve hayatı güzel yapabilir. Yapabilir yanlış zamanlı, yapıyor aslında. Hatta belki boşlukları bile doldurabilir. Çünkü, her şeyin profesyoneli olduğum bir durumda belki sıkılırım ama, şu haliyle, çok başarılı bir frp oyunu gibi. Hani boktan olanında, yine çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla (sonuçta teknoloji kısıtlı ve oyunlar boktandi) zirhlarinla falan kendini geliştirip geliştirip ölüyordun bir yerde, sonra geri başlayıp, bildiğin yollardan gidip, aynı noktaya aynı düşmanları öldürüp aynı seviyede geliyordun. Işte, o bahsettiğim klasik mutsuzluk veren çemberlere sıkıştığın hayat bunun gibi.
Halbuki, bir de gelişmiş bir yapay zekaya karşı oynayıp, öldükten sonra yine başlayıp aynı şeyleri yapsan bile bambaşka bir senaryo ile karsilasabilecegin bir oyun düşün. Işte, biraz öyle oldu hayatım sanki. Aynı aptal senaryoların içine hapsolmayacak kadar şanslıydım bir şekilde ki, aynı çemberin içinde olsam da (ya da aynı oyunun içinde) çevre değişiyor, görevler değişiyor, ve kazanacağını garantisi olmasa da, zaman geçtikçe ilerleyisim daha güvenilir oluyor gibi bir his.
Bilemiyorum, belki zaten normali budur. Fakat ben, hayatım boyunca öbür turlusunden korktum, o yüzden , en azından feyk ilacın yarattığı mutlu sanrilar yanıma kar.
Bence bu da bir kazanım.

En azından aklıma yatıyor. Aklıma yatmayan, içime sinmeyen dünyalarda yaşamak tam işlence çünkü. Sabit olmayan bir arkaplanın önünde hareket ediyor olmak, "nasılsa bulurum yolumu" hissi uyandırıyor, içimdeki boşluğa rağmen. Benim bulduğum yollar çünkü, güzel olur. Gider bir şekilde en keyifli rotayı seçerim.

Zaten düşününce, başarısızlık dediğin şey, hep kısacık bir dönemi çirkinleştirmiş, ızdıraba çevirmiş bir durum. Bir kaç adım ileri atınca, görünmez oluyor. İşte o yüzden, uzun yaşamak daha da anlamlı oluyor. Limitini alınca, sıfıra yakınsıyor boşluklar.

Bu durumda tek sıkıntı, yaşantının tükenmesi, çünkü, küçükler matematiği, görece büyük değerler söz konusu olunca otun bokun limitini alıp geçebildiğin bir hale geliyor. Uzun zamandır söylediğim gibi, cidden de uzun yaşamaya, zihnimi bir robota aktarmaya hazırım.

Bunun için ne mi yapıyorum. Bir yıl kadar önce sigarayı bırakmayı düşünüyordum. Onu uygulamaya başladım.
Önce, bir günde bir paketten, neden bilmem, yedi sigaraya indirdim kendimi test edeyim diye.
Hiç yadırgamadım yeni düzeni, aramadım bile.
Sonra, günde dört sigaraya indim, bir baktım, o son sigaraya bile üşeniyorum.
Haftasonunu geçirince, günde tek sigaraya geçiyorum. Bundan önceki iki adımı birer hafta olarak ayarlamıştım. Fakat sanıyorum, bu sefer zaman limiti koymıyacağım. Belki, çarşamba günü, hiç sigara içmiyor olurum, belki cuma :)

Pek de bağımlı değilmişim, benimki cidden keyif pezevenkliğiymiş.
Sonrasında da, daha önce de söylediğim gibi, nasılsa bulurum yolumu.



istanbul
hosting