05 Ekim 2021, Pazartesi
saat: 04:51
insan psikolojisi gerçekten çok hassas. özellikle büyürken de buna göre şekillendiyse ekstra hassas olabiliyor. aklıma ilk gelen şunlar. 1. dış etkenlere maruz kalmaktan mümkün olduğunca kaçınmak 2. dış etkenlerden etkilenmemeyi öğrenmek 1 mantıklı gibi dursa da ve bazı insanların çoğu durumda ilk tercihi olsa da bu gerçekçi değil. bunu kacmak olarak gördüğüm için karşı değilim, aksine bunun gerçekleşecebileceğini düşünmüyorum. hayatın kendisi bu bütünlüğe sahip olduğu için bundan kaçındığımız an yine aynı hayatın içine kaçıyoruz ve aynı şeylere yine bağlıyız. 2. ise mantıklı. bunu elimizden geldiğince öğrenebiliriz. ancak buna ilk kafayı yorduğumda aklıma gelen aslında yine 1. madde gibi oluyor. bu konuda biased'ım çok da iyi düşünemiyorum işin doğrusu. ama stoacılık ya da bu öğretilerin bize anlatmaya çalıştığı şey de bu aslında ancak minik bir şey var. ya da başka türlü yaklaşalım. neden dış etkenlerden etkileniyoruz? neden başkaların fikirleri ya da onayları önemli? çünkü insanız. gerçekten sosyal bir varlığız. bunu hangi bilim inceliyorsa onu incelediğimizde bunun varlığını ve bizim evrimimize etkisini net olarak görebileceğimize de eminim. bir grubun üyesi olmak istiyoruz. bunda yanlış bir şey yok. kendimizi o gruba ait görmezsek de kendimize bir grup arıyoruz. aslında bu doğru. çünkü grup içerisinde olma isteği nasıl bizim isteğimizse, büyük bir ihtimalle bizim flourish edebilmemiz için de bir grup içerisinde olmamız lazım. ha.. yalnız mevzu şu ki bu grup bizim gibi düşünenler olmalı, popüler olduğu için girdiğimiz bir grup değil. ergenlik ve sonrası aslında çoğumuzun ilk hedeflediği bu. şimdi bir insanı o insan yapan şeyler konusunda zaten kafam çok karışık ve oraya girmek istemiyorum ama x yaşından sonra artık çekirdekleşmiş bazı kalıpların bizi biz yaptığını kabul ederek başlarsak, aynı bizim gibi düşünenlerle bir arada olmalıyız. yani poz yaparak ya da kendimizi içimizden gelenin dışında düşünmeye zorlayarak bunun olması çok içten değil. bu sefer alınan kararlarda doğru ya da yanlış - iyi kötü ayrımını yapamıyor hale geliyoruz çünkü bir nevi bu kavramlar anlamını yitirmeye başlıyor. eğer ben "doğru" denen şeyi hissetmiyorsam ve yapmak istemiyorsam ne olacak? tamam diyelim ki yanlışım ben - ya da x kişisi - ee? yalan mı söylesin mesela? poz mu kessin? ne yapmasını bekliyoruz. o da kendi icinden geleni yapıyor en nihayetinde ve herkesin en dürüst, en akıllı, en mütevazi, en x olmasını bekleyemeyiz. katiller, tecavüzcüler, tacizciler hep birinin cocugu, kardesi, kuzeni, amcası belki de babası. etrafımızda gördüğümüz her insan unique ve bu aslında hayatın bize verdiği struggle'ın da bir parçası bir yerde. yani özetle kolay lokma yok. dışarı baktığınızda kolay lokma yediğini düşündüğünüz insanların da yok. çünkü onların zihnini hiçbir zamna bilemiyoruz. aynı olay sizin başınıza gelse size çok koymayacağını düşünebilirsiniz, ama o "sizsiniz" o değil. ayrıca size koymayacağını düşünüyor olmanızın nedeni de aslında aşikar ve bunu görememek biraz ironik komediye sahip. size koymuyor çünkü siz daha beterini yaşadınız :) işte tam olarak mevzu da bu. tatsızlığı ya da sıkıntıyı derecelendiriyoruz ama unutmamak gereken şey "daha beterini yaşayana dek" en kötüsünü yaşamış olduğumuz gerçeğidir ve bizim skalamız yalnızca budur. sen benden daha çok acı çekiyorsun değil, sen çok acı cekiyorsun ve ben çok acı çekiyorum. ancak ben bundan daha fazla bir acı cektigimde bu yenilenir. yani herkes kendi evreninde maks ve minleri yaşıyor. herkes kendi evreninde yaşıyor aslında her şeyi. düşünce sistemimin bir parçası bu. herkes kendi kararını almalı ve bunun sonucları ile kendisi yüzleşmeli. eğer ailesini ya da sevdiklerini üzüyorsa bu üzüntüyle de o yüzlesiyor en nihayetinde (evet ailesi de üzülüyor diyebiliriz elbette ama o da en nihayetinde kendisini etkiledigi kadar) parantez icinde sunu soylemek istiyorum aslında. diyelim ki ben bir hamle yaptım ve x kişisini üzdüm. sonra da hayatıma devam ediyorum. hiçbir şekilde x kişisinin üzüldüğünü de bilmiyorum ve farkında değilim. eğer bu farkındalığa sahip değilsem ve ben karşımdakini üzdüğümü düşünmüyor ve onu üzecek bir amaçla yapmıyorsam; karşımdakinin üzgün olduğunu bilmediğim sürece ben bundan zerre etkilenmem. ancak farkında olmadan o insanı üzdüğümü anlar ve görürsem bundan etkilenirim. aslında bu açıdan demek istediğim şu ki biz yaşadıklarımızı kendi bilincimizle yaşıyoruz. başkalarının acıları biz onları fark etmediğimiz sürece bizi etkilemiyor. zaten doğru konuşalım. dünyada o kadar açlıktan ölen insan varken obezlik yapabiliyor ya da yemek arttırabiliyoruz. bu farkındalığı unuttuğumuz an aklımıza bile gelmiyor. ilaç bulamadığı için ölen çocuklar var ve aileleri perişan. ancak biz yine de rahatımıza bakıyoruz. çünkü biz bunu yaşamıyoruz ve bunun farkındalığına sahip değiliz. bu bir eleştiri değil ve buradan da iki yere çıkabiliyoruz. acı dedigimiz şey bu hayatın bir parçası ve bunun olmadığı bir senaryo mümkün değil. dolayısıyla buna odaklanarak yaşarsak mutlu olma ihtimali inanılmaz düşüyor. olay tamamen bizim perspektifimiz ve bilgimiz ile ilgili olduğu için kendimizi neyle besleyebilecegimizi seçebiliriz. bu işin biraz bencilce bakışı. 2. taraf ise compassion denen şey. yani insanı insan yapan ve aslında gerçekten derinden mutlu eden şey insanların acılarını paylaşmak diyor budizm. yani bu insanların farkında ol ve bunlara elinden geldigince yardım et + onların yanında ol. evet bunu yapmak çok güç. eski filozoflar gibi tüm servetimizi satıp bu insanlara vermeyiz mesela. belki ayakkabısı olmayan bir insana ayakkabı alırız ama sonra gidip 1500 tl ye kendimize de ayakkabı almayı seçebiliriz. halbuki o paraya da 5 tane ayakkabısız insanı giydirebilecegimizi gayet iyi biliyoruz. özetle bazen görmemeyi seçiyoruz. hatırlamamayı seçiyoruz. bu sayede biz hayatta kalabiliyoruz ve bu sayede biz hayattan zevk alabiliyoruz çünkü hayat bizim gördügümüz, bildigimiz ve percieve edebildigimiz kadarıyla var. hiç hasta insan görmezseniz hastalık size yaklaşana kadar sizi hiç üzemez. yine burada da ilerlemek lazım tabii. belki de bu kadar hastalığı görmek bunu normallestirir zihin icin ve siz hasta oldugunuzda da artık sizi etkilemez hale gelir. işte bu durumda ben buda nın söylediklerine daha yakın hale geliyorum. hayatın kacınılmaz şartlarını fark etmek iyidir evet ancak bunların da bizi yenmesine izin vermemek gerekir. cünkü zihin hala bizim. evet kötü şeyler var hayatta ancak bunlara bakarak can sıkmak 1 opsiyonken, hayatta hala olan güzel şeylere bakarak keyif almak bir başka opsiyondur. bunun doğrusu ve yanlışı da yok. bunun tercihi var. ancak olay orta yol. hayatın o acı tarafını görmezden gelmek ilerde büyük bir crash nedeni olabilir. onları görüp, onlar için compassion duymak gerekiyor. güzel olanları da görüp ondan joy çıkarmak gerekiyor. ikisinin de bizi reason'dan ya da belki de yanlis bir tabirle "gerceklikten" uzaklastırmaması gerekiyor. gerceklik dedigimiz de bütünlük işte. yani bunların hepsinin aynı anda ve beraber yer aldıgı. özetle bazen aglayacagız, bazen gülecegiz. hep güleyim ya da hep aglayayım dedigimiz an "yaşamıyor" oluyoruz. bir restriction yapiyoruz, hayatın bir alt kümesine odaklanıyoruz. anladıgım kadarıyla (ki cok anladıgım da süpheli) olaylara "coşku dolu" bir bakış açısı ile değil de "sukunet" ile bakmak gerçek bir sage'nin işareti. | ||
|