10 Ekim 2021, Cumartesi
saat: 01:41


-friedberg (Hessen) 'deki kilisenin 'gelin kapısı' na bakan meydandaki bankta oturuyorum. mevsime uygun çürümüş yaprak ve domuz wurst kokuyor hava. öğle üzeri. güneş var ama ısıtmıyor.. var ama hava grimsi... çan çalmaya başlıyor. bu kasabada doğdum ve bebeklik-çocukluğum bu kasabada geçti sayılır. nasıl ki türkiye'de öğle ezanında sokaklarda kimse olmaz, bu çan çan çan'lar onu anımsatıyor. kimse yok etrafta, çocukluğumun (hem almanya hem türkiye'deki) o yalnızlığını ansıyorum.

önümdeki havuz durmadan su fışkırtıyor. avrupa demek, taş ve su demek. diyorlar...

gelin kapısı önünde sigara ucuna sigara ekliyorum.

1 saat kadar önce bahnhof str.13'deki baba (çocukluk) evine uğramıştım. yıllaaarr önce bu evde oturduğumu, evi gezmek istediğimi söyledim çat-pat almancayla... evin yeni sahipleri izin vermedi. bahçeye çıktım. ortak avluya bakan bahçe apartmanlarının birinden çocukluk aşkım Heidi çıktı. tanıdım. o kaçamakla bakış atıp hızlı hızlı uzaklaştı çam bahçe kapısından. tanımadan. işte tam da no:11'in garajı altında kukusunu göstermişti bana.. hatırladım.. en son 1999'da süpürmüştüm ben bu bahçeyi. babam sağdı ve 25 yıldır aynı evde oturuyordu, ben 20 yaşında ziyaretine geldiğimde.

çan...çan..çan.. papaz çıkmadı kiliseden.. hiç çıkmadı. -ki aslında burası hep yahudi ghettosuydu. angelica'yı bekliyorum. seyehat izniyle ilgili bir vize problemi olduğundan önce internet cafe sonra polis merkezine uğrayacak. bana yoğurtlu çilekli ve makarnalı dondurma ısmarladı. bekliyorum. sigara ucuna sigara ekliyorum.

yaşlı bir kadın geliyor. elinde bizim pazar arabası dediğimiz türden çek çekli-tekerlekli bir çanta var. elinde karton bir külahta pomays var.. çek çek'i yere bırakıp parmak ucuyla- tehdit eder gibi bir şeyler söylüyor. kafamı toplayabilsem anlayabilirim çat pat söylediklerini... dinleyemiyorum. izmaritleri ya da dondurma külahını yere atmış değilim. 50 yaşlarında, beyaz saçlı, gözlüklü, gençliğine zarif bir kadın olduğu belli 'bu' insan ses tonu yükselip bana bana parmağını dikeltttikçe sinirlenmeye başlıyorum. o durmadan durmadan konuşma devam ediyor.

sıkılıyorum, bunalıyorum.. birazdan çan üç defa daha ötecek; "çan-çan-çan". parmak gözüme, göğsüme dürtüldükçe "naayynnn! halt die Klappe!" çıkıyor ağzımdan.. duruyor, çenesini gerçekten kapatıp usul bir "bitte entschuldigen" ile az önce hararetli hararetli benle tartıştığını sanan o değilmiş gibi uzaklaşıyor çek çeki ile. etraf çürümüş balık, domuz wurst ve tütsülenmiş göl balığı kokuyor. kadın gelin kapısının yanındaki azizler geçidinden kiliseye girip kayboluyor.

sigara üstüne sigara yakıyorum... kilise çanı dördü vuruyor: "çan-çan-çan-çan".

Angelica 'dan hala haber yok. işin aslı öyle biri de yok.

yerimden kalkıp babamın her akşam mesai sonrası uğradığı "Türk kahvesi" ne gidiyorum.

birazdan patron gelecek "sen kimsin, tanıyamadım" diyecek. "ben, Muharrem'in oğluyum" diyeceğim.

o önüme bir kasa bira koyacak ve Amasya'lıyı gösterip "baban her pazar aha bununla bir kasa içip öyle kalkardı buradan" deyip başka bir şey demeden uzaklaşacak, ben babamın bagajında tuttuğu sıcak biralar kadar lezzetsiz şişeleri tek tek gömüp ardından ara sokaklardan salına salına öyle gideceğim otelime, 25 yıldır olduğu gibi.

Amasyalı diye biri de hiç olmamış olacak.


istanbul
hosting