28 Ekim 2021, Perşembe
saat: 17:20


Ne kadar önceydi tam kestiremiyorum, fakat şu aralar yıldönümü olsa gerek.
Bir sabah, mutsuz mutsuz, kafamda bin tilkiyle ise gitmiştim ve merdivenlerden yuvarlanmistim. Haftasonuydu onu hatırlıyorum. Bir de akşama doğru, hastanede, sevilesi bir yani olmayan bir odada gözlerimi acisimi.
Bir taraftan ne olduğunu ve nerede olduğumu anlamaya çalışırken, bir taraftan uzuvlarimi kontrol ediyordum o şokla. Hiç bir yanım kopmamisti :)
Sonra açıkladılar işte durumu. Düşerken kaç merdivene ayrı ayrı kafamı carptigim belli değil. Gömleğim kan içinde. Aynaya bakınca, yarısı mosmor yüzüm, uzun zamandır olmadığı kadar şişkin, gözüme kan oturmuş, kendime bakıyordum.
Sonra , sık sık kontrol edilmek şartıyla eve bıraktılar.
Hala hatırlıyorum, yatağımda sırtımı duvara yaslamış, hareket ettikçe canı acıyan, mutsuz halimi. Tek başına yaşarken sakatlık berbat bişey.

Üzerinden çok zaman geçti, ben iyileştim, çok şeyler değişti.
O gün giydiğim gömleği, pantalonu, herşeyi attım mesela. Aslında, o dönemki gardrobumu olduğu gibi attım.
Artık o evde, o yatakta, o şehirde ve de o ülkede de değilim. Iş yerim farklı, ugrastigim şeyler farklı, çevrem farklı.
Üzerimde hiç izi kalmadı.

Ben o dönemlerde terk ediliyordum aslında, gün geçtikçe beni biraz biraz daha siliyordu sevgilim. Bu başıma gelen hafif travmali kaza -ki aslında, gerçekten de o dönemin içinde küçük bir ayrıntı idi-, bir içten "geçmiş olsun" a, ya da ufak bir endişeye bile yol açmıyordu. Robotik, duygusuz, soğuk bir dönem işte.

Bir de insanların bakışları var. O bakışları bir tek , burnumdan ameliyat olduğumda görmüştüm. Korka korka, çekine çekine yüzüme bakan insanlar. Bakarken nasıl duygular taşıdıklarını düşünmemek için, çevremdeki herkesi yoksaymaya da başladım.

Dedim ya çok zaman geçti, kıyafetlerim gibi o dönemki duygularım ve düşüncelerim de gitti. öyle devam etmesi mümkün olmayan bir donemdi. isterdim ki biraz epik bir şekilde anlatayım fakat epik bir yanı yok. Rezillikti. Takip eden uzunca bir süre de rezildi. Ben de rezildim.

Özlemek kelimesini düşündüm az önce. Çünkü, aslında , geçmişte bir anda, ya da bir yerde olma isteği genelde. Ya da uzun süredir yemediği bir şeyi tatma isteği. Aslında eş anlamlı gibi can çekmesine.

Ben o döneme ait hiç bir şeyi özlemiyorum diyebilirim, aklıma bile gelmiyor hiç bir şey. Hatta özenle egittim kendimi o boktan dönemi dusunmemek için. Ve aslına bakarsan , hiç bir baglantim da kalmadı. Çünkü o zamanı sevmiyorum. Hani bu ucuz bir "NLP" yaklaşımı diyeceğim de, amacım bir daha o durumlara düşmemek değil, o kurgu, o zaman, o koku tiksinti verici. Ben yine beyin travmasi tehlikesi geçirecek şekilde düşeyim, hareketsiz kalayım, yalnız başıma evde sakatlikla mücadele edeyim yine, yine yalnızlıktan öleyim ve dünyanın dışına atılmış gibi hissedeyim, bu sefer silmem. Çünkü "ne yasadiysan yaşadın" diye bakıyorum genel olarak. Hatta, insanları da pek yargilamaz oldum o günlerden sonra.
Ama o dönemin havası kötü bana.
Neyse, basariliyim da odağımi seçmede, kendimi bok çukurundan cikarmada, ve tabii ki o dönemin başrol oyuncusu kişiyi unutmada.
Çünkü, ben kötü insanlardan, ya da bana zarar vermiş insanlardan nefret etmem genelde. Bence silmek daha temiz bir iş.
Işin gerçeği, pek kimseyi silmeye bile gerek duymam ki nefret edeyim. Çünkü, bence hayatta kalmanın birinci kuralı, siyrilmaktir. Örneğin, yolda bir şekilde sana bulaşan silahlı bir kişi ile karsilastiginda, duygularına sahip çıkamaz ve öfkelenir, adama patlarsan, o da sana patlar, patlarken de bıçağı saplayabilir. Ya da, patronuna patlarsin ve aptal bir oyunun içine girersin.
Genelde yenilirsin, zarar görürsün, en kötü zaman kaybedersin. Yani takılıp kalmak, yüzde elli kaybetmek, yüzde yetmiş zarar görmek ve yüzde yüz vakit kaybetmektir bana göre.
Bense bunlarla uğraşamam, benim kendi savaşım, işim gücüm var.
Biri yolda bana kufretse, dönüp bakmam bile mesela, ne ugrasicam.
Işte onun gibi, bana böyle büyük acı vermiş bir insanla da didismeyecektim elbette. Hatta zihnimin içinde bile. Zor da olsa, yürüdüm gittim. Ama zor ya işte, aynı zamanda da silmek istedim. O zamanlardan beri kendisi ile ilgili hiç bir şey duymadım, görmedim. Hatta anımsatan şeyler bile olmadı. Düşünmemeyi, hatırlamamayı da öğrendim üstelik.
Zaten, hayat da kendi yoluna girdi. Tasindim, kendime yeni ve daha zorlu hedefler edindim, daha keyifli bir ortam yarattım. Hatta, bana sorarsan, hayatımın o dönemini "aydınlığa çıkan karanlık bir yol" olarak kabul edince, yaşadıgim zorlukların karşılığını çok da güzel aldığım bir döneme geldim. Hani ben rezildim diyordum ya, o kendi rezilligim bile kalmadı, yine kendimi bile sever oldum.
Derken, bu sabah pat diye rüyama girdi.
Ev değiştirmiş.
Çok güzel konusuyorduk, dayanamadım uyandım.
Sonra, nasıl yuvarlandigimi hatırladım işte uyanınca, o merdivenlerden aşağıya düşme hissi, kafamı çarpınca hissettiğim zonklama, burnumun kikirdaklarinin nasıl zorlandığı, yüzün nasıl yanmaya basladigi...
Sonra, kendimi, sırtımı duvara yaslamış, o tarif edilmez karanlık içinde otururken buldum. Kendi başına kalakalmis, terk edilmiş bir sakat. Varlığı ile yokluğu arasında hiç bir fark olmadığı suratına çarpılmış, bir tirt ben.
Bir anda öyle hissettim ki, o karanlık günden beridir, hücrelerim kendilerini yenilemeyi bırakmış, ben hiç iyilesmemisim, o odadan hic cikmamisim. İşin kötü yanı, aslında, hayatıma dışarıdan bakınca, o zamandan beridir nasıl içe kapandığımı ve bunu değiştirmek istemediğimi görünce, bu boktan durumun gerçekliği de kafama vurmaya başladı.
Sonuçta, sakatken hareket edemezsin. Komada da hareket edemezsin ama o zaman bir şey hissetmiyorsun. Benimki koma değil, benimki iyileşme belirtisi göstermeyen bir sakatlık gibi.
Özlemek neydi peki?
Ben özlemiyorum, tiksiniyorum bu dönemden ve beni o döneme ulaştıran herşeyden. Peki, rüyamda duyduğum bir ses, bilinçaltımın saçma bir kodlaması ve bunun bana olan etkisini nasıl açıklayacağız?
Görsem selam vermekten imtina edeceğim bir insanın, rüyamda duyduğum sesinin beni uyandıracak kadar sarsması ne?
Yıllardır görmediğin insan özlenir mi oğlum?

Kalktım işe gittim, kahve bile yapmadan. Sonra, baktım olmuyor, olabilecek en koyu kahveyi doldurdum mugima, gittim göl kıyısında oturup içtim.
Yapılması gereken işler vardı, yaptım.
Yapılması gereken hosbesler vardı, yaptım.
Ama o his yapıştı kaldı.
Benim tepkimse, tıpkı o dönem olduğu gibi, tüm duyargalarımı kapatıp, çalışmak oldu.
Eve dönünce de, önüne gelen, mesaj atıp "oha kaç ay oldu gideli sen hala yalnız mısın?" Deyip durdu. Sanırım en az dört kişi ile muhabbet bu noktaya geldi. Hatta, evden aradılar onlar bile aynı yere getirdiler.
Iyi ki öyle oldu da, o boktan his biraz uçtu.
Çünkü, böyle bir soru alınca, ne kadar keyifli olduğunu anlatmanın, işinin gücünün olduğunu anlatmanın, yalnızlığına açıklamalar yapmaya çalışmanın nasıl tirt bişey olduğunu hatırladım, ve halimden mutlu olduğumu. Insanları ikna etmeye çalışmanın anlamsızlığını hatırlayınca, salak travmam da dağıldı biraz.
Demem o ki, uyurken yorgana dikkat. Çünkü özlem, pratikte kıçının açık kalmasıdır. Bazen kicin açık kalmasinin etkisi uzun sürebiliyor.

Bir de güzel bi şarkı koyayım, koyu kahvenin yanında iyi gidiyor.
www.youtube.com/watch?v=JxAX-F1h5Z8





istanbul
hosting