06 Aralık 2021, Pazar
saat: 03:18


eskiden de buraya gelip cok yazardım gunce. seneler olmus. 10 yıldan fazla bahsettigim dönemler. bir şey aklıma gelir ve yazardım, o zamandan bu işi seveceğim belliymiş.

şükretmeyi öğrenmemiz gerekiyor ancak şükretmek ile daha iyisini istememek aynı seyler degil. bunun ayrımı onemli bir ayrım ve bu yapılmalı.

esas konusmak istedigim şey ise hepimizin kendi yarattıgımız bir hapishanede yaşıyor oluşu. aslında bu hapishanenin inşaasını başkaları yapıyor ama işin sonunda kendimizi oraya kapatan biziz.

başkalarının normları ve standartlarını alıyoruz, bunları doğru kabul ediyoruz ve hayatı bir çerçeveye sokuşturuyoruz. halbuki hayat bir sonsuzluk ve bir süreç. yani çerçeve içerisinde ancak bir snapshot'u alınabilir ama biz yine de yapıyoruz bunu.

ve bunu her şey için yapmakla birlikte yaşamayı da unutuyoruz çünkü yaşam sadece içinde bulunduğumuz andır. peki biz bu anda mıyız?

bir kısmımız geçmişte. sürekli yaptıgı hataları düşünür, keşke bunu yapmasaydım der ama bunu derken hayatını yaşadıgını unutur. hayatın gittigini unutur. yine geçmişe takılanlardan bazıları yapamadıklarını aklına getirir. sürekli der ki bunu yapmadım ya da keşke böyle yapsaydım. o da farkında degildir ki aslında yaşamını geçmişe bakarak geçiriyor ve yaşam elden gidiyor. yeni tecrübeler edinebilecegi an şimdi, ama o yeni tecrübeler yerine geçmişe takılmış.

yaşanan her şeyin bir amacı var. o yaşananların amacı da aslında sizin hayatınızı şekillendirecek. işte keşke bunu yapsaydım diyeceginize, o fırsat yine gelirse bu sefer yapmayın. ama bu fırsatın gelmesi için once "yaşamanız" lazımdır.

diğer kısmımız ise geleceğe takılmış durumda. işte x sene sonra bunu olacagım. y kadar param olacak. su unvanım olacak. bu insanlar da aslında su anlarını gelecek anları için kiralamış durumdalar. hedef olmasın demiyorum ben. bunu da diyebilirim ama su an demiyorum. sadece hedeflere yürürken, "yürüyor" oldugunuzu unutmayın diyorum. yani hep hedefe değil ara sıra da önünüze bakın.

bu hapishane kavramını biraz daha genişletelim. ornegin yakısıklı nedir? yani uydurdugum bir istatistik yapsak ve kızlara sorsak genelde uzun boylu falan derler. eeger bunu kabul ederseniz ve boyunuz uzun degilse siz hiçbir zaman yakısıklı olamayacaksınız demektir. bu sizi sıkıntıya sokmuyorsa hiç sorun degil ama genellikle sokar. e ne yapalım o zaman nedir simdi bu?

olay su. yakısıklılık uzun boy kısa boy ile ilgili degil ki. ya da yakısıklı olmak bir hedef degil ki. dunyada her evli insan uzun boylu mu? kısa boylular aç mı açıkta mı? hayır. bu insanlar hayatlarında ne gibi bir dezavantaja sahipler? hiç degiller. o zaman "uzun boylu olmak zorunda mıyız?" e degiliz. kısa boylu olmak zorunda da degiliz tabii.

bunu belki kadınlardan yürürsek daha iyi anlatabiliriz. ornegin simdi kendall jenner denen birinin yüz yapısı moda ve herkes ona dönüşmek istiyor. işin komigi o da onun degil onun estetisyeninin yaptııg bir yüz yapısı ama, herkes buna dönüsmek istiyor cünkü bu bir norm haline getirildi.

yani oyle olursan iyi, olmazsan kötü. e sen kendini bu kalıba sokarsan, ona benzemediginde otomaitk olarak kendini kötü diye isimlendiriyorsun. bu durumda hapishaneyi kim kurdu? kim gridi içine? sen.

ya da başarılı olmak için x miktar gerekli diyorsun. ya da diyorlar. bize ne? şu unvanı elde etmek gerekiyro diyorlar? yine birileri diyor.

evet hep birileri diyor ama biz kabul ediyoruz.


peki ne yapmak lazım?
once neyi amacladıgımızı anlamalıyız. amacımız mutlu olmaktır. amacımız daha az acı cekmektir (bu kacınılmaz- ama azaltılabilir) amacımız gece yattıgımızda rahat uyuyabilmektir. amacımız yüzümüzün kızardıgı anları azaltmak ve bitirmeye calismaktır.

amacımız daha cok para ya da unvan ya da baska bir şey olursa bu yukarda saydıgım amaclara ulasmamız hep zorlasır.

peki o halde neden en başarılı insan mutluluğa en yakın insan degil. neden en güzel insan yüzü gülen insan degil. neden en akıllı insan en zor problemi cozen degil de, arkadasını dinleyip ona derman olan degil?

benim kisisel görüsüm en basarili ve en akıllı insan en mutlu insandır. nasıl mutlu oluyosa olabilir, mutlu mu? mutlu. yani 1 milyon doları olmadan da gülebiliyor mu? evinde oturabiliyor mu? insanlara iyi davranabiliyor mu? doğadan gelen şeylere karşı anlayıslı mı? kendisine yabancı degil mi?

o zaman bunların hepsi mümkün.
stoacıların cogu zengin tipler olarak görülür ve aslında sonralarda gerçekten de bunu görüyoruz. ama stoacıların ataları olan kinikler ve sokrat öyle degil. kiniklerin malı mülkü bile yok. marcus zengin evet ama şatafat içinde yaşamadan gidip ordularla göreve koşmuş. cato hali vakti yerinde bir insandı ama işçiler gibi giyinip yaln ayak yürümüş. rufus, epiktetos zengin bile değillerdi. zeno zenginligini tamamen kaybetmisti.

bu insanlar erdemli olmayi basarabildilerse bizim bahanemiz nedir? az para sahibi olmamız ya da müdür olmamamız mı? ya da ailemizin bizim arkamızda destek durmaması ya da bize kötü davranması mı?

bunlara karşı dayanıklılık göstermemizi kim engelleyebilir? kimse.

kendi yarattıgımız hapishanelerden cıkmamız gerekir. ardından da girecegimz yollardaki hapishaneleri tanıyıp kendimizi onlara hapsetmemeliyiz.



istanbul
hosting