08 Ocak 2022, Cuma
saat: 02:04


….
Mercan Denizi’nde unutamayacağım bir dalış yapıyorum. Büyük Set Resifi yükselen su sıcaklığıyla zarar görmüş olsa da benim için yeterince büyüleyici. GoPro’mla harika fotoğraflar çekiyorum.

Dalış her şeyi unuttuğum bir an. Suyun altında alıp verdiğim nefesten başka bir şey duymuyorum. Sualtında gördüklerimden başka hiçbir şey düşünmüyorum. Gerçek anlamda her şeyi unutup, dünyevi dertlerimden uzaklaştığım bir yer. Aynı amaçla çıktığım bu yolculukla adeta iç içe geçmiş bir çifte haz yaşıyorum. Çok mutluyum!..

Denizde geçen uzun günlerde göreceğimiz yerler hakkında bir şeyler öğrenmeye gayret ediyorum. Vaktimin bir kısmını kütüphanede geçiriyorum. Arada masaj yaptırıyorum. Kişisel bakımımı ihmal etmiyorum. Bir çok akşamı da kütüphanenin hemen üstünde bulunan diğer gezginlerin de çokça vakit geçirdiği lounge’da geçiriyorum. Burası geminin en ucunda bulunuyor. 3 tarafı ve tavanı camlar ile kaplı. Yolda olmak hissini görsel şekilde de iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Kamaram lüks bir otel odasından farksız. İhtiyacım olabilecek her şey gemide mevcut. Hatta öyle ki ne güvertedeki sonsuzluk havuzunda ne de kapalı havuzda bugüne kadar yüzmek amacıyla vakit geçirmeye fırsatım bile olmadı. Sürekli devam eden bir aktivite cenneti burası. Akşamları jazz performansları oluyor. Geminin sinemasında ise her hafta art house filmler gösteriliyor, haftada bir gitmeye gayret diyorum. Filmlerin hepsi de bugüne kadar ya fırsat bulup izleyemediğim ve çok izlemek istediğim filmler, ya da bayılarak defalarca izlediğim filmlerden oluşuyor. Vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum.

Whitsunday Adası’ndayız. Bu takımada Mercan Denizi’nin ortasında Büyük Set Resifi’nde yükseliyor. Adanın yerli halkı 1870’lere kadar ağaç kabuğundan yapılma kanolar ile bu denizlerde avlanmışlar. Doğanın nefes kesici fırça darbelerine burada da şahit oluyorum. Saf beyazlıkta kumlar gök mavisi denizle buluşuyor, krem ve zümrüt yeşili tepelerden oluşan turkuaz bir palete dönüşüp kıvrılarak boyu boyunca uzanıyor. Cam gibi ve inanılmayacak kadar mavi sularla çevrili adanın sahilinde birkaç saat uzanıp dinlenerek hoşça vakit geçiriyorum. Gemiye dönme vakti geliyor. Ve biraz sonra gemimiz limandan Cairns’e gitmek için ayrılıyor.

64.günde bir zamanlar inci avcılığıyla bilinen Thursday Adası’ndayız. Adayı tek başıma turluyorum. Yürüyüşle geçen bir günün ardından sıradaki rota Arafura Denizi. Sığ tropik sularda iki gün boyunca ilerliyoruz. Balkonumda kahve içerken bir zamanlar kuru olan bu deniz yatağının ilk insanların göçlerine olanak sağlayan kıtalar arası bir köprü olduğunu okuyorum. Günüme sıradaki destinasyonlarda neler yapacağımı düşünerek, planlama yaparak devam ediyorum.

Timor Denizi’nde ilerlemeye devam ediyoruz. Bugün güvertede yoga yapıp, termal havuzda rahatlamak ve başka hiçbir şey yapmak istemiyorum.

Komodo ejderlerinin evi olan Komodo Adası’na ayak basıyorum. Aşina olduğum bir coğrafyadayım. Endonezya Asya’da yaşarken bir türlü seyahat etme fırsatım olmayan ülkelerden yalnızca biriydi. Sonuda buradayım! Muhteşem bir vahşi yaşama ev sahipliği yapan milli parkı geziyorum ve bu günü snorkelling günü ilan ediyorum. Hemen maskemi takıp renkli mercanların karaya vurduğu ve incelik kumlar haline geldiği Pink Beach’teki canlı sualtı dünyasını keşfe dalıyorum.

İki gece demirleyeceğimiz Bali (Benoa) limanına yanaşıyoruz. Burası uzun zamandır gelmek istediğim bir yer olması dışında son zamanlarda fazla popülerleştiği, kalabalıklaştığı ve tabi ki de pahalılaştığı için de biraz kaçındığım bir adaydı. Nasıl yeşil ve güzel. <3 Buranın ruhani tarafını gözümden kaçırıp biraz haksızlık ettiğimi anlıyorum. Renkli pazarlarını, el sanatları ve geleneksel dans kültürlerini yakından görme fırsatı bulduğum için mutluyum, tatlara ve kokulara hayran kalarak buradan ayrılıyorum.

Java Denizi’nde mercanlar ve biyoçeşitlilik bakımından zengin olan sularda ilerliyoruz. Java Adası’nda bugün Semarang’dayız. Orta Java’daki en eski kiliseyi ziyaret ediyorum. Tarihi bir Çin-Müslüman tapınağını ziyaret edip Rainbow Köyü’de kısa bir yürüyüşe çıkıyorum. Lezzetli kahve tadımları vaat eden bir kahve plantasyonuna gitmek üzere vintage bir trene biniyorum.

Java Denizi’ni geçip bir zamanlar ‘sea of charm’ olarak anılan Güney Çin Denizi’ne doğru yol alıyoruz. 16. yydan önce Güney Doğu Asya’yı yöneten deniz krallığı Champa’dan sonra ise Champa Denizi adını almış bu sular. Büyüleyici.

Fransız ve Vietnam kültürlerinin müthiş bir karışımı olan Ho Chi Minh şehrindeyim. Eski adıyla Saigon. Dün gece sinemada tekrar izleme şansı bulduğum Jean-Jacques Annaud’un 1992 yapımı L’Amant filminin etkisinde, koca bir kase Pho içerek güç topluyor ve kendimi Central Post Office binasını ve Chinatown’u gezmek üzere sokaklara atıyorum. Çin mahallesinde bir cila atölyesindeki zanaatkarları çalışırken fotoğraflıyorum. Eski Saigon’u en özgün haliyle görebileceğim Ben Thành Pazarı’nı geziyorum. Vietnam Savaşı sırasında Viet Kong’un kullandığı Cu Chi’nin efsanevi yeraltı tünellerini de görme fırsatım oluyor. Ertesi gün öğleden sonra limandan ayrılıyoruz. İmparatorların ve tüccarların defalarca geçtiği Güney Çin Denizi’nde benim de ikinci evim olan Tayland’da doğru ilerliyoruz.
Çin, Vietnam ve Filipinler arasına sıkışmış Güney Çin Denizi dünyanın en önemli su yollarından biri, ticari gemilerin hepsi yüzyıllardır bu suları kullanıyor. Geminin tiyatro salonunda katıldığım konferansta öğrendiklerimi kendime saklıyorum ve 2020’den beri ziyaret etme fırsatı bulamadığım ikinci evime ayak basıyorum.

Koh Samui’ye bu ülkede yaşadığım 5 yıl boyunca neden gelmediğim diye düşünüyorum bir an. Sonra hemen bu düşünceden sıyrılıp An’a dönüyorum. Neden, nasılı bırakıp içinde bulunduğum anın tadını çıkarıyorum. Burada bulunduğum için mutluyum. Her şey tanıdık geliyor. Yüzler, yemekler, dil… Paslanmış Taycamı biraz pratikle parlatıyorum derken Phuket gibi önde gelen turistik adalardan biri olduğu için pek tercih etmediğimi hatırlıyorum. Gayet de gelinebilirmiş… Zamanında yola çıkmamak için bir engel uydurmuşum diye düşünüyorum kendi kendime. Bunu yapıyorum bazen. Bahaneler uydurarak kendimi yoldan alıkoyma çabalarımın tabiki de sebepleri var ama bunları konuşmak beni andan uzaklaştırdığı için hemen lokal bir masajcıda ayak masajı yaptırıp sonrasında Som Tam Thai ve Gai Yang yemek üzere kendimi adanın köşesinde minik bir restorana ışınlıyorum. Aldığım soyulmuş jelatinli meyve paketini olası bir maymun saldırısından korunmak amacıyla çantamın içine koyuyorum. Doyasıya durian yiyorum. Çakmakla yaklaşılırsa patlama riskime karşı kendimi kamarama ortalıkta pek kimsenin kalmadığı geç saatlerde atıyorum.

Laem Chabang limanına doğru Tayland Körfezi’nde ilerliyoruz. 2017-2018 senelerinde yaşadığım Chon Buri’ye 20 dakika uzaklıkta olan bu liman civarında ilgimi çeken pek bir şey yok aslında. Yolculuğun tadı aslında Siam Körfezi manzaralarında saklı. Vietnam, Kamboçya, Tayland ve Malezya ile çevrili devasa deniz havzası olan Tayland Körfezi, Malay ve Kmer halkı tarafından hâlâ Siam Körfezi olarak biliniyor. Bu oval şekilli körfez, uzun kumsallar, alçakta uzanan zümrüt tepeler ve yükselen dağlar ile çevrili, doyumsuz bir ziyafet sunuyor göze…

83.günde dünyanın tek ada şehir devleti olan Singapur’a ayak basıyorum. Burası da uzunca bir süredir listemde bekleyen ülkelerden. Hızlı bir turla Colonial District, Little India, Arab Street ve Chinatown’ ziyaret ediyorum. Tüm bu kültürlerin nasıl aynı potada eridiğini görmek bana büyük bir mutluluk veriyor. Böyle kentlerde bulunmaktan gerçekten zevk alıyorum! Ertesi gün Orkide bahçelerini ziyaret ediyorum. Böylesine kozmopolit bir şehirde geleneklerin yoğun şekilde devam etmesi size olağanüstü bir çeşitliliğe tanık olma şansı veriyor.

Malacca Boğazı’na açılıyoruz. Malezya ile Endonezya'nın Sumatra adası arasındaki bu dar geçit değerli taşlar, fildişi ve sandal ağacı taşıyan ilk tüccarlar için önemli bir yolmuş. Bu tarihi su yolunda ilerlerken, ovalara, mangrovlara ve bataklıklara uzanan Sumatra'nın yemyeşil kıyılarını izlemeye doyamıyorum. Malezya'nın daha kentsel silüetleri aralarında daha önce bulunma fırsatım olan Kuala Lumpur’un uzaktan parıltılarını görebiliyorum. Malacca Boğazı boyunca birçok zümrüt yeşili adayı geçerek Phuket’e doğru ilerliyoruz. Phuket’te de bulabildiğim en yerel restoranda özlediğim tüm lezzetleri damağıma tekrar hatırlatıyorum. Saray mutfağının bir parçası olan Yam Hua Plee’nin böylesini uzun zamandır yememiştim. Dilimin tat alma reseptörleri adeta sırılsıklam Songkran kutlaması yapıyor!

Yangon, Myanmar’a doğru Andaman Denizi’nde yelken açıyoruz.

Devam edecek…



istanbul
hosting