14 Ocak 2022, Perşembe
saat: 01:06




88. günde Yangon, Myanmar’dayız. Burası Myanmar’ın en büyük şehri, ülke askeri sıkı yönetimden çıkıp yeniden dünyaya açıldığından beri downtown bölgesi daha da canlı bir hal almış durumda. Şehrin odak noktası altın bir anıt ve Budizm’in en kutsal yerlerinden biri olan Schwedagon pagodasını ziyaret ediyorum. Ülkenin içinde bulunduğu sefalete tezat olarak bu pagoda 27 ton altın varak ve binlerce elmas ile süslenmiş. Geri kalmışlığın bir nişanesi gibi sefalet ve şatafatın bu denli iç içe olması hiç yabancı değil bizlere de, değil mi?
Eskiden Burma olarak bilinen Myanmar 19.yy sonlarından 1948’e kadar bir İngiliz kolonisiymiş. Dolayısıyla Yangon’da Asya’daki en büyük sömürge mimarisi örneklerini görme şansını buradaki ikinci günümde değerlendiriyorum. Klasik bir Viktorya dönemi kırmızı tuğlalı yapısı olan heybetli Secretariat'yı, zarif High Court'tu ve Asya'nın sömürge dönemi başyapıtlarından biri olan Governor's Residence’ı ziyaret ediyorum. Güney Doğu Asya’ya gerçekten aşığım! Coğrafyasında, renklerinde, kültüründe, her baktığım köşesinde beni kendine çeken bir detay görüyorum. Bir gün yine buralara dönüp çalışarak seyahat edebileceğim günleri düşünüp hayallere dalıyorum…

Gemimiz Bengal körfezinde ilerlerken lounge’da insanların konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Myanmar’da tekrar sıkı yönetimin başa geldiğini, üstelik kanlı bir şekilde ülkede ohal ilan edildiğini öğreniyorum. Hayat ne tuhaf, her şey bir anda nasıl alt üst olabiliyor. Her şeye rağmen yaşamaya, öğrenmeye, savaşmaya devam ediyoruz.

Birçok Hindu’nun kutsal saydığı, dünyanın en büyük Körfezi olan Bengal Körfezi’nde ilerlemeye devam ediyoruz. 1600’lerin başında Britanyalı Doğu Hindistan Şirketi bu sularda kıyı boyunca yelken açıp, Hindistan’ın her yerine yerleşmiş ve büyük bir ticari ağ kurmuş. İnsanın aklında Tom Hardy’li Taboo sahneleri gelmiyor değil.

Denizde geçen 3 tam günün ardından Colombo, Sri Lanka’ya ulaşıyoruz. Gemimiz iki gece için limana demirliyor. Başkenti ve yemyeşil kırsalın her köşesini görmek için can atıyorum. Koloniyalizmi yine iliklerimize kadar hissettiğimiz bir coğrafyadayız. Ada ilk olarak tarçın ticaretini kontrol eden Portekizliler tarafından kolonize edilmiş, Portekizlileri ise Hollandalılar izlemiş, ardından da İngilizler… 1972'de bağımsız olana kadar adayı İngilizler Ceylon adı altında yönetmişler. Sıkı bir pazarlık ile kiraladığım Tuk-tukla (kesin kazıklandım) İngiliz kalesini ve Eski Parlamento Binası'nı, zengin Tarçın Bahçeleri bölgesini, şehrin en büyük tapınağı olan Gangaramaya'yı ve adanın bağımsızlığını kazandıktan sonra inşa edilen Bağımsızlık Meydanı'nı turluyorum.

Yeniden sulardayız. Denizde olmaya o kadar alıştım ki artık karaya ayak basınca land sick olmaktan endişe ediyorum. :) (Yok artık.) Hindistan’ın güney noktasının en ucundaki Sri Lanka ada ülkeleri ve Maldivler arasındaki masmavi sularda ilerliyoruz. Bu denizde binlerce yıldır inci avcılığı yapılıyormuş. Denizde ilerlerken her zaman seyahat hakkında can alıcı bilgileri öğrendiğim konferanslara katılmayı ihmal etmiyorum. Bu bilgiler yine oradan. Bu konferanslarda her gün bir dizi içgörülü TED Talk oluyor ve destinasyondan ilham alan seminerler sunuluyor. 96.gündeyim ve henüz sıkılacak vaktim olmadı! Gemide cidden süregelen bir kültürel hayat var ve bu metal bebek adeta yaşayan bir organizma.

Cochin, Hindistan’dayız. ‘Queen of Arabian Sea’ olarak bilinen Cochin, 1000 yılı aşkın süredir hareketli bir liman. Ortaçağın sonlarında, bu tarçın, kakule, zerdeçal ve sayısız başka baharat şehri, Hindistan'ı Avrupalı tüccarların haritalarına yerleştirdi. O zamandan beri Cochin, bu bitkileri mutfak ve tıbbi kullanımlar için ihraç etmeye devam ediyor. Günümüzde Cochin, buraya yerleşen ve kendi baharat servetlerini arayan çeşitli insanları yansıtıyor. Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler ve Çinliler, Cochin'in şehir manzarasını ve kültürünü ve ayrıca bölgenin mutfağını etkilemiş. Bağırsak hareketliliği garantili bir düzine yemeğin ardından günün sonunda dinlenmek üzere kamarama çekiliyorum.

Arap Denizi’nde ilerliyoruz. Bu isimle anılmasının sebebi 9. yy’da bu sularda ticarete hakim olan Arap denizciler nedeniyleymiş. Aslında önceleri Yunan mitolojisinden Kral Erythras’tan dolayı ‘Erythraean Sea’ olarak anılıyormuş. Bugünün okumasını bitirip günün geri kalanını spada dinlenerek geçirmeye karar veriyorum. Saunada gevşeyip, termal havuzda yüzüyorum. Kendimi yenilenmiş, canlanmış ve harika hissediyorum!

99.günde Goa’dayım. Burası Hindistan’da sömürgeleştiriren ilk bölge ve özgürlüğüne kavuşan son bölgeymiş. Hindistan’ın hiçbir gölgesinde sömürge etkisinin bu kadar belirgin olmadığı söyleniyor. Goa’da Katolik nüfusunun fazla oluşu da bunun bir etkisi olsa gerek. Old town’da Unesco Kültürel mirası listesine girmiş mimari yapıları görmek için yürüyüşe çıkıyorum. Gezimin devamında muhteşem katedraller ve manastırlar görüyorum. Tüm bunların dışında Goa Hindistan’nın geri kalanından bağımsız bir yer gibi bir izlenim bırakıyor bende. Her bütçeye hitap eden resortler ile dolu koca bir sahil şeridine sahip turistik bir ada burası. Hindistan’dan apayrı bir dünya sanki.

100.güne yaraşır bir şekilde Mumbai’deyim. Burası Hindistan’ın önemli bir kültür başkenti ve harika bir kıyı şeridine sahip. Önceleri Bombay olarak anılan şehirde geleneklerin çarpıcı karışımı her anlamda görülebiliyor. Milyonerler ve işçiler kalabalık sokaklarda omuz omuza yürüyor. Büyük bütçeli Bollywood filmleri burada çekiliyor. Ülkenin her yerinden insanlar buraya göç ettiğinden, şehrin sokakları Hindistan'ın her alt kültürünü, dinini ve mutfağını yansıtıyor. Gezim boyunca Imodium şişeme sarılıp Allah ne verdiyse yiyorum.

Yine Arap Denizi’ne açılıyoruz. Bu sefer rotamız Umman.

Devam edecek…

istanbul
hosting