08 Mart 2022, Salı
saat: 23:16
Bir yerden, güneye gidilince hep deniz çıkacak sanıyorum yolun sonunda. Dalaman'a sabah erken varışlarımız gibi. Ama bu ülkede, güney Bavaria. Arabayla gittik, apar topar. Arminin en son bir başka sınıfa kaçarak orada uyuyakaldığı gibi bilgileri edindikten sonra. Zaten uzun zamandır gitmem gerekiyordu. Artık ben de Rus gazına bağımlılık gibi, yağa bağımlıyım. Yağ, görmediğim birinde, Lex. Yeni Necmi. Bir köyde yaşıyor. Ama araba kullanamadığım için tek gidemem, hiç tanışmadık. Jörgle bana saf yağ gönderiyor. Çok güzel tahta bir evde kaldık. Bir tepeye kurulmuş üç beş evden biri. İnanılmaz basit ama Alman köylülüğü detayları var. Kapıların yanında, ses çıkarmasını önleyen lastikler, şişman ışık düğmeleri, hafif bir konforla açılıp kapanan, yatak ucunda dokunmatik ışık. Maalesef kötü kahve çekirdekleriyle dolu olduğundan haybeye büyük bir kahve makinası. Temiz ve düzenli bir mutfak. Oldukça modern bir soba-hiç yakmadık- İki oda. Odalar, geyiklerin otlama alanına açılıyor. Aramızda bir buçuk metre var. Hava soğuk, temiz, güney havası farklı ülkelerde de aynı. Çocuklar mutlu, dışarıdaki bir verandanın altında pin pon masası var. Domuz, maalesef resimlerdekinden daha gri, şişman ve pis görünüyor. Adı Frida. Armin, ev sahibinin eşliğinde domuza yemini veriyor. Bunu öyle doğal yapıyor ki, Benjaminle şaşırıyoruz. Evren, bu ilk domuzuyla ilgilenmiyor. Yerlerdeki ufak çakıl taşlarını, eski kaydırağa taşıyor. İki kerede bir kafasının üzerine Kelly gibi düşüyor. Her tarafta İsa var, köyün mezarlığındaki-ya da business class tarafındaki- tüm taşlar en az yüzde otuz oranında büyütülmüş. Birileri bu işten çok para kazanıyor olmalı diyor belediyeci tarafım. Ufak bir köy yürüyüşüne çıkıyoruz. Bir noktadan sonra B çocuklarla eve gidecek ben Lex ile tanışmak için onun evine yürüyeceğim. Bir kere mesajlaştık bir kere konuştuk. Onun 30 yıldır en az Jörgün arkadaşı olduğunu biliyorum. Çok ufak bir kitleye satış yaptığını biliyorum. Ama yağ o kadar enfes ki. Berlin Baveria altı yüz falan kilometre yani. Bebekle, çocukla. Yağ o kadar iyi olmasa, Armin de başka sınıfta uyuyakalmasa geyikleri görmeyeceğiz. Bir de tavşan var. Onun adı Cleopatra. O da bildiğimiz tavşanlardan daha irice ve daha şüpheci. Yoldan onlar eve döndü ben yolun aşağısındaki iki katlı köy evine döndüm. Burası 50 dönümlük bir araziydi, bahçesinde demirler, tahtalar, kalaslar, bir yana yığılmış çuvallar, büyük tırmıklar... İki katlı evin üst katından birisi bir şey dedi. Ne dediğini anlamadım ama merhabaydı herhalde. Oranın merhabası hallo değil ama aklımda tutamıyorum. Yukarı çıktım dışarıdaki metal plaka merdivenlerden. Tam girişte bir teras vardı, törtgen bir masa ve muşamba bir örtüsü vardı. Bir tabak içinde çürüyen, küflenen elmalar, sanki çürümesi isteniyormuş hatta bekleniyormuş gibi bir ısrarla duruyordu. Onun yanında plastik bir torbanın içinde kırık bir kadeh. Çıkarıyım mı ayakkabılarımı dedim, yok dedi. Sağda kapısı kapalı bir oda vardı, içeriden bir kadın seslendi, Lex cevap verdi. Sonra bana mutfağı göstererek, bebekli kadın mı geldi diyor. Evet, ama bebek yok. Açtı, eve gitti. Sonunda! dedim mutfaktaki köşe masaya otururken. Hemen Necmiden bahsettim. Aslında bırakacaktım ama olmadı dedim. Necminin oğlu ve ortağı arasındaki amansız kavgada bertaraf kalabilmek için gidemediğimi söyleyemezdim. Almancamı böyle harcamamalıydım. Mutfağın girişinde aşırı ufak bir mutfak adası ve arkadada ufak bir buzdolabı falan vardı. Ben 22 senedir içiyorum. Ben de 47 senedir. Çift dayı. Sonra sırtını berbat bir şekilde metal çekmecelerden birine sapladı. Bunu kaç kere yapmış olmalı. Ya da ilk kez benimleyse. Gerçekten kötü bir çarpıştı. Göründüğü kadar kötü değil dedi, sonra önümde bir bir paketler açmaya başladı. Bu ne dedim, bu bal dedi, halusünajik, sana biraz hediye edeyim dedi. Sonra beş altı kiloluk bir ot torbası açtı. Ben ot içmiyorum artık dedim. Kokusuna dayanamıyorum. Annesi üç yıl önce beyin kanaması geçirmiş. Beyin kanamasını bir türlü anlayamadığım için bana gösterdi. Ebru GÜndeşten hemen anladım. Şimdi iyiymiş, içeri odada kalıyormuş, o bakıyormuş annesine, kendi de zaman zaman Essen'a gidiyor, ama zamanının çoğunu resim ve heykel yaparak geçiriyormuş. Vaktin var mı dedi, senin için burdayım Lex'ciğim dedim. Sana birkaç parça resmimi göstermek istiyorum. Hemen mutfağın karşısında kapısı olmayan odaya girdik. Kıyafetler dağılmış, yatak toplanmamıştı. Yatağın başında bir vaporazier vardı. Yağı bununla da içebilirsin dedi, fotoğrafını çektim. Sigaradan kurtulmak istiyorum. Kırk yaşımın alametlerinden biri de bu. Yatağa baktım. Yerlere baktım. Bir odadan çok bir atolyeye benziyordu. Daha benzediği bir yer daha vardı, benim odam. Bizler, ADHD'ler, bağımlılar, bizler bu odalarda yaşıyoruz Sonra bana arkadan aldığı rulolardan göstermeye başladı. Hepsini tek tek yatağın üzerine açıyor ve bana ne taraftan bakmam gerektiğini söylüyordu. Ben onlara bakınca ne düşündüğümden çok kendinin ne düşündüğünü duymaya çalışıyor gibiydi. Gözlüklerinin altında ince bir çocuk vardı, kesinlikle 58 yaşında göstermiyordu ama köylülüğün o keskin, yer etmiş çizgileri de ellerinde vardı. Dövmelerimin de hepsini ben tasarladım. Kimisi 20 metre boyunca, soyut resimlerdi rulolardaki. Enteresan bir tekniği vardı. Renleri bulmak için çok çalışıyormuş. Resimden tam anlamadığım belli olmasın diye çömelerek falan da baktım. Çok ilginçlerdi. Yaklaşık iki yüz resim vardı burda ve galeridekilerden çok daha iyiydi. Son üç yıldır bu benim terapim dedi. Bunu mesela ne zaman yaptın? Kızgınken. Kime. Yatağımdaki kadına. Kavga edeceğime resim yaptım. Sonra dışarı çıktık, bahçedeki ufak hangarlardan birini açtı, İçi tahta soyut heykellerle doluydu, bir tanesi upuzun uzanan iki eldi. Sonra metal heykelleri tek tek gösterdi. Arka dizleri üzerinde çömelmiş, kafası boş, yine da bağırır gibi bir izlenmim veriyordu. Lexle sarılarak ayrıldık. Birbirimizi sevmiş ve anlamıştık. Çıkar çıkmaz yüz hatlarını unuttum. İşte iyi bir torbacının allah vergisi özelliği dedim kendi kendime, yüzünü unutturmak. | ||
|