14 Eylül 2023, Perşembe
saat: 21:26
GARİP'İN AZ BİLİNEN HİKAYESİ Garip hakkında bildiğim şeylerden bir Garip çıkmaz. Ama Garip, bugün çıkmak, en azından benden geçmek istiyor. Garip dile geliyor ve ben onu anlatacak hiçbir şey bilmesem de, yazmak zorunda hissediyorum. İstanbul’da Yadigardaydık, işsizdim. Berlin’deki evi kiraya vermiştik çünkü hala İstanbul’u bırakacak o kararı vermemiştik. Ben o kararı hiç vermeyeceğiz sanıyordum. Ben kararların verilmeyen, gerçekleşen şeyler olduğunu düşünüyordum. Kararlar için bahaneler gerekirdi. Levent o sırada Berlin’deydi. Ben İstanbul’da işsizdim. Herhalde, Ümit Ünal’ın filminden hemen sonraydı. Levent aradı, bana yıllar boyunca paslayacağı-yaratacağı işlerden ilki için. Berlin’de, Show Tv’ye bir dizi çekiyoruz, sen de gel, devamlılıkçı lazım dedi. Mevsimlerden, Berlin’in en güzel haliydi. Kışa daha çok olan baharlardan biriydi. 2008/2009/2010… Yılını hatırlamıyorum. Ama parası iyiydi ve belki de beklediğim bahane buydu. Belki sezonlar boyu sürecek bir işti ve işte Türkçeydi. Daha iyi bir geçiş düşünemezdim hem de Levent’le çalışacaktım. Ertesi gün uçağa binip gittim. Hali hazırda çekilmeye başlanmıştı ve haftada 3 bölüm yayınlanıyordu. Üç bölümün her biri 60 dakika. Hard core giriştik işe. Ekip şahaneydi, mekan tek bir mekandı, arada geneller çekmek için Kreuzberg’i geziyorduk. İlk Berlin’i öğrenişim bu işledir. 80 darbesinden sonra Türkiye’yi terk eden oyuncular, Berlinli Tiyatrom grubundan genç oyuncular, Kreuzberg’de doğmuş yeni nesil alaylı oyuncular. Yıllarca kameramanlık ve haber muhabirliği yapmış Ali Abi yapımcı ve yönetmendi. Yardımcı Yönetmen İlker’de İstanbul’dan iki yıl önce gelmişti. Çok tuhaf ve güzel bir ekip olmuştuk. Birbirimizi sevmiştik ve bir şekilde Show Tv’ye inanmıştık. Bir tek görüntü yönetmeni çocuk ve asistanı kız arkadaşı Arjantinli miydi neydi. Geri kalan bozuk aksanlı, az aksanlı, memlekete kırgın, memlekete hasret, memleketi merak eden bir avuç Almancıydı. Garip’e gel. Garip, ses operatörüydü. Gür siyah birbirinine karışmış saçlarının arasında kaybolan kulaklığı ve ufak kare şeklinde boynuna taktığı kayıt cihazıyla gördüm onu ilk. Hareketlerinin yavaşlığından ağır bir cigaratör olduğunu anladım. Siyah az sakalları ve yukarı doğru kıvrık bıyıkları, gözlerinin sürmesi. Kambur duruşunu görmezsen, uzundu boyu. İnceydi. Hep başkalarının, en azından kendi eskilerini giyer gibi bir hali vardı. Bir sürü şeyi birden giyerdi. Az konuşur ama beklenmedik bir incelikte gülerdi. Kahkahası içten ve etkiliydi. Kahkahasındaki aksanı severdim. Varto’lu olduğunu biliyorum ama Almanya’ya sonradan mı gelmiş, ne zamandır orda, bilmiyordum. Onun etrafında, zaman daha ağır akardı. Hareketleri neredeyse dışarıdan fark edilmeyecek yavaşlıktaydı. Çekimlerde normalde hep açı dışında bir yere oturur, aletini de kucağına koyardı. Aynı dumanın içinden geçtiğimizde, ben de onun zamanı kadar yavaşlardım. Uzun sahnelerden sonra, "kestik" dedikten sonra yönetmen, Garip, ağır ağır, kaydettiği sesi başa sarar, gözlerini uzakta bir yere dikerek kaydolan sesi dinlerdi. Bazen bu dinleme o kadar uzun sürerdiki, setin zamanı Garip’te dururdu. Son onayın onda olmasından hoşlanırdı. Dinledikten sonra bir düğmeye basar ve kafasını ağırca kaldırarak yönetmene bakar, ya baş parmağını kaldırır, bu iyi demekti, ya da tekrar alalım derdi. Asistanı boom operatörüne babacan davranırdı. Fazla komut vermez, bağırmaz ama ondan en doğru sesi almasını beklerdi. Çocuğun kollarının yorulduğunu bilirdi, kendi de bu işe öyle başlamıştı. Zalim değildi ama tekrar alınması gerekirse, yorgunluğa bakmadan aldırırdı. Mevsim nasıl olursa olsun, Garip hep yün bir şeylerin içinde olurdu. Terlemez, sanki ısınması imkansız bir kuş gibi katlara sarınırdı. Karikatürümsü bir yüzü vardı. Kimseye benzemiyordu. İsmi gibi, nereden bakıldığına bağlı olarak bazen çok komik görünüyordu. Bir gören bir daha onun dış görünüşünü unutmazdı. O ani gülüşlerinde başkaları da bir şekilde sevinirdi. En kötü şakayı bile bir mevkiye çıkarırdı bu gülüşüyle. Sakız çiğnediğini hatırlamam. Düzgün, uzun parmakları vardı. Tütün içmez, sadece tütünü cigaralığa altlık yapardı. Set yemeklerinden yakınmaz, nasıl oluyorsa, yemek yerken hiç göze batmaz, çalışma saatleri hakkında konuşmazdı. Sabah geldiğinde, akşam gittiğinde ritmi hep ağır, aynıydı. Kibar biriydi en azından hiç kabalığını görmedim. E’ leri ince söyler, Zazacayı taklit eder bir Türkçeyle konuşurdu ama çok az konuşurdu. Bir olay, anı anlattığına şahit olmadım. İşinin uzantısı gibi, dinlemeyi severdi, dinlemeyi bilirdi de. İş birkaç ay sürüp patladı. Ben İstanbul’a döndüm. İşin editi çok zor oldu, her şeyi yamuktu. Sesler dahil. Hemen hemen herkes kendini oynardı, set aralarında bağımlılıklarımıza göre gruplaşırdık. Ben İlker ve Garip cigara içer, Vedat abi saat kaç olursa olsun bir yudum rakı içerdi. Paralarımızın bi kısmı içeride kaldı. Tims yapım Manyak Dükkanın akıbetini çok çabuk ve kesin kesti. Umutlar suya düştü, Almancılar kendi yabancı oldukları ortamlara geri döndü. Ben İstanbul’a döndüm. Ara ara Berlin’e birkaç günlüğüne gidiyorduk. Herhalde bir yıl sonra falan, yine Berlin’deydim, Levent olmadığı için, kaynak bulmak için Garip’i aradım. Neşeli ve aradan süre geçmemiş gibiydi. Bergmann strassede buluştuk, candan karşıladı beni. Yanında iki arkadaşı vardı, onlarla tanıştırdı. Bizi bırakıp kaynağın evine gitti. Döndüğünde gözleri biraz kırmızı ama görevinde başarılıydı. İstediğin zaman gidebilirmişsin diye kaynağı, kaynağın izniyle benimle paylaştı. Hadi saralım bir çiftli dedim. Büyük mezarlığa girdik. Diğerleri kimdi, nece konuştuk hatırlamıyorum ama sigaranın çok güçlü olduğunu ve biraz susuştan sonra, hepimizin bir şekilde ortak bir dil ve muhabbet kurduğunu hatırlıyorum. Garip daha konuşkandı. Boynunda asılı bir ses ekipmanı olmadığı halde, boynunu öyleymiş gibi tutuyordu. Yine ağırdı. Garip BPM cinsinden 23’ten fazla olamazdı. Neden bilmiyorum o kaynağı kullanmadım hiç, herhalde bana aldığı kadarı yetti ve Berlin’de de az kaldık. İstanbul’a dönünce bir reklam ajansında çalışmaya başladım ve arada hiç Berlin’e gitmedim. Sonra evlenmeye karar verdik, bu aslında Berlin’e taşınmaya karar vermekti. İşte kararlar gibi, alınmadan, sözleşilmeden, başka kararlar üzerinden işleyen bir sözleşmeydi. O ara Polat diye birini bulmuştum, kimseyle görüşmüyordum zaten Armin’e hamile kalmıştım ve büyük bir acıyla her şeye yabancılaştığım bir sürece giriyordum. Sonrasında bir şekilde Necmi’yi bulmuştum. Necmi’ye gidişimin kaçıncı yılıydı hatırlamıyorum ama Garip’le onun dükkanında karşılaştım. Necmi, diğerlerinden farklı davranıyordu Garip’e. Necmi’nin ince ruhlara mutlaka geçtiği kıyaklar vardır. Onları azarlamaz, büyük sevgi gösterilerinde bulunmasa da, ızdıraplarının, geçmişlerinin o dükkanı doldurmasına geçici olarak izin verirdi. Garip, sanki çökmüş, daha başka bir aleme geçmişti. Hem uzamış hem daha da eğilmişti. Saçları gürleşmiş mi yoksa sadece oluruna mı bırakılmıştı bilmiyorum ama saçları ona sabit bir çerçeve vermişti. Aklar, bıyıklarında en çok, sakallarında en seyrekti. Upuzun yün siyah paltosunun altındaki bedeni, küçülmüştü. Verem’den sonra sağlığım pek iyi değil, dedi. Durgundu bunu söylerken. Bir acıma ya da geçmiş olsun beklemiyordu. Verem olmuştu işte ve Garip için bu, resme uyuyordu. Durgundu, daha ağırdı. Ya büyümüş ya da dergahların esrarına vakıftı artık. Öksürüğünü duydum. Kendi duymamazlıktan geldi. Şimdi saçı ve bıyığı gibi, onu çevreleyen bir de öksürüğü vardı. Gözlerini sadece kendinin kendiyle buluşabileceği tuhaf bir açıya sabitlemişti ben Necmi’yle konuşurken. O dar, ufacık dükkanda herkes kendi açısından sorumludur. Başkalarının o mola anlarında gözünü diktiği yerlere, başkaları değmemelidir. Bir şey de almadı o gün herhalde, ben geldikten az sonra tabureden kalktı. İyi akşamlar Garip, kendine iyi bak, dedi Necmi. Normalde dükkanın hacmini zorlayan bedenleri diliyle iteklesede, Garip’in neredeyse bir ruh gibi, siyah bir mürekkebin bıraktığı son iz gibi kapıya kadar gidişini, sabırsızlanmadan bekledi. Sonra Garip’le birlikte Garip’in konusu da kapandı. Çıkanın ardından hiçbir şey o dükkanda konuşulmazdı. Garip’i, bir yıl kadar sonra tekrar gördüm Necmi’de. Necmi artık hastaydı. İkisini de otururken buldum. Garip, bir haber almış gibi, uzun boyunu sanki ikiye katlayıp kucağında tutuyordu. Bir ciddiyet vardı her yerde. Necmi’nin babası ölmüştü. Ben nedense duyunca Necmi’ye sarılıp ağladım. Garip her şey gibi bunu da garipsemedi ama sessizliğini umarsızlıktan ayıran bir duruşla önüne baktı. Necmi’de Garip’in makamında gidiyordu hüzünde. Nedense o an, Garip’in bu kayıpları önceden yaşadığını anladım. Taziyesinde ateşi düşmüş, küllenmiş, öğrenilmiş bir kabullenme vardı. Garip sadece gerekli kadar bir kafa hareketiyle selam verdi ve gitti. Son görüşüm o oldu onu. Aylar sonra telefon çaldı, arayan İlker’di. Gündüzleri İlker sosyal değildir, merak edip açtım. Sesi hikaye sesiydi. Ben dün Garip’i gördüm Kreuzberg’de dedi. Ya görüşelim, neden görüşmüyoruz, dedim. Görüşecektik, seni de çağıracaktık, dedi. Sonra bu sabah bir öğrendim ki, dün biz görüştükten sonra, durdu burda İlker, Garip ölmüş, dedi. Benim taziyelerim henüz olgunluktan uzak olduğundan, ölmüş mü, diye tekrarladım. Evet, dedi İlker. Kanala atlamış. İşin teknik kısmını kimse anlamamıştı. Kanal mı çok derindi, yüzmek mi istemişti, yüzme mi bilmiyordu. Amerikalı bir arkadaşıyla otururlarken, terlemiş. Ayakkabılarını çıkarıp son kez kreuzberg’e bakmış. Sonra da kanala girmiş ve bir daha çıkmamış. Telefonu kapatıp Necmi’yi aradım. Garip ölmüş Necmi Bey, dedim dolandırmadan. Kızdı. Kızım Garip ölmüş ne demek, daha dün burdaydı dedi. Dün ölmüş, kanala atlamış ya da düşmüş. Ama atlamış galiba dedim. Tamam kapat kapat, dedi Necmi. Alevi mezarlığına gömüldü Garip. Abileri onun Facebookuna girerek onu bir çeşit ikon haline getirmeye çalıştılar. Bunu neden yaptılar, niyetleri neydi bilmiyorum. Stenciller, Garip’in karikatürleştirilmiş yüzünün baskılı olduğu t-şörtler falan bastırıp dağıttılar veya sattılar. Manyak Dükkan, yıllar sonra cenazenin başında birleşmiştik. Annesi babası çoktan öldüğünden başka akrabalar cenazenin sahibiydi. Cenaze tabutla gömüldü. Cem evinde yemek verilecek, oraya buyrun, dediler. Ertesi gün Armin’in doğumgünü partisi olduğu için ben gitmedim Cem evine. Doğumgününün teması Spider Man'di ve 6 metre boyunda bir Spider Man balonu sipariş etmiştim. Cenazeden çıkıp hızla, kapanmasına bir saat kala baloncuya yetiştim. Dev ama hafif Spiderman’i sırtlanarak, ağır ağır eve geldim. İşte Garip’in tam da bilinmeyen hikayesi, ben Spiderman’ı taşırken bitti. | ||
|