07 Nisan 2024, Pazar
saat: 03:54


Bugün doğa yürüyüşü yaptım, doğa çok güzel. Doğada olmama rağmen yine gergindim gerçi. 18 kilometre geçirdim ağaçlar arasında, ve çok gergin hissettim. Bu hayatımda bir ilk.
Zaten az iletisimim var insanlarla, ama büyük zorluk çekiyorum. Ve ister inan ister inanma, insanların iç dünyası, algıları, neyi nasıl yorumladiklari, alınma potansiyelleri, mantıksal bir düzlemde kalmamaları, ya da asla aynı modda olmanın mümkün olmaması vb. Gözümde çok büyüyor. Çok yorucu geliyor. Umdugumu bulamadikca, iyice aşılıyor iletişim kurma isteğim.
Çok komik değil mi? Aslında ne dertlerim var, ve kaşlarımı vatan mesele ne?
Galiba, iletişimlerini azaltinca, düzgün iletişim kurabilecegin bir insan bulma sansin azalıyor. Yani "az ama öz iletişim" sadece teoride var olan bir şey. Iletişim kurmakla ilgili problemler yaşamamak için, çokça iletişim içinde olman ve istatistiksel olarak daha fazla sayıda yolunda giden iletişimin olması daha mantıklı.
Ama iletişim gözümde bu kadar büyük bir yük iken, nasıl oraya evrilsin davranisim.
Üstelik, bu başarısız iletisimlerle ilgili kimseyi de suçlamak mümkün değil. Kimbilir neler yaşıyor insanlar.
Hayatındaki az sayıdaki insanla iletişimin düşünce, iletişim baslibasina bir istenmeyen haline geliyor. Kendi kendime, ağaçların arasında, kameramla, yüzyıldır izlediğim dizilerimin içinde, hiçbir huzursuzluk yok, hiç bir hayal kırıklığı yok. Bu küçücük dünyada kimse de üzmüyor beni zaten.
Nasıl bu çemberin dışına çıkayım ki? Neden çıkayım yani?
İnan, artık şu telefonum yirmi gün boyunca hiç calmasa, yirmi gün boyunca kimse benle dertlesmese, kimse bana soru sormasa, mutlu bir insan olurum yine.
Artık insanları görünce bile rahatsız oluyorum.bak şimdi yaşadığım şeye bak. Yürüyüşten sonra, metro girişinin önünde çimler vardı. Oturdum oraya, su içip çektiğim fotolara bakicam, public alan. Karşıda hemen, bir binanın balkonları benim oturduğum yere bakıyor. Fark ettim ki balkonlardan birinde bir adam var, ben oturunca ayaklandı, bir şeyler söylüyor. Heralde dedim, telefonda falan. Ama bana da bakıyor. Israrla bakınca ve sesi de yükselince ben de sorar gibi baktım. Sesini iyice yükseltti. Dedim Almanca anlamıyorum diye, fuck of go away falan diye bağırmaya başladı. Etrafa baktım, oturduğum yer cidden public. Dedim rahatsizsan polisi ara. Dikildi oraya hala konuşuyor, doğrudan bana bakıyor. Gülümsedim, oturdum telefonuma bakmaya başladım. Sesi azalarak bitti ama hala dikilmis bakıyor. Suyumu içtim, fotoğraflarımı inceledim. Kalktım, kalkarken baktım, hala bana bakıyor. Sinir edeyim diye, yüzüme mutlu keyifli bir gulumseme yerleştirdim "have a nice evening" dedim. Ne görsem? Adam bana kocaman bir gülümsemeyle "good evening sir, excuse me for my earlier reaction" diye seslendi.
Noluyoruz lan? Beş dakika önce boğazıma sarılacak gibi bakıyordum. Trol musun, cins misin?
Şimdi kizsam da kızamıyorum işte, belki de adamın kötü bir tecrübesi var, tedirgin oldu. Ne bileyim. Belki ben kavgacı olmayınca aniden beni sevdi. Ilginç. Ama yorucu işte. Düşündüm, bu eleman arkadaşım olsun istemem mesela. Belki süper biri, ama yorucu. Hiç gerek yok doğrusunu istersen.
Bu yabacı, beni geren hiç bir yanı yok. Ama şu beş dakikalık etkileşimde bile acayip yorulmuş hissediyorum.
Bir de , yakınında olan insanların tam bu dengesizliktwkinhareketlerine maruz kaldığını düşün, her konuşmada böyle iki uçta bulunduklarını, ortalama dengesizliklerini, bunun uzun bir zamana yayıldığını.
Bütün iletisimler omuzumda yük resmen. Işte böyle insanlar öldükten sonra , komşuları kokusunu duyup polis çağırıyor, o duyduğumuz insanlar boyle böyle o hale geliyorlar bence. Ben de geliyorum.

istanbul