07 Şubat 2025, Cuma
![]() saat: 15:32
![]() 2011 senesinin kış aylarıydı. Tez önerimi hocama teslim etmiştim. “Oxfam raporu gibi olmuş!” demişti. Haklıydı, bok gibi bir tez önerisiydi. Zaten onun ukalalıkları sayesinde akademik yönü güçlü bir hukukçu olabildim. Ama o gün çok ağırıma gitmişti. Kendimi Brüksel’deki “Parc” parkına atmıştım. Şimdi bira kiosk’ları olan o muhteşem parka… Ağlaya ağlaya yürüyüş yaptım – yeterli biri değildim! Sanırım Moodmadness dinliyordum. Macaristan’ın EU Presidency dönemiydi. Parc’ta Sandor Marai’den bir alıntı vardı: “İnsanoğlu her zaman kendini gerçekleştirmeye devam eden bir umuttur” mu diyordu? Ya da öyle bir şeyler... Zamanlaması manidardı. Mutlaka bu adamın bir kitabını alıp okumalıyım dedim. Burada kesin güncesi vardır, arasam bulurum. On beş yıl boyunca kitabını alıp okumak nasip olmadı. Yıllar boyunca yazarın ismi aklıma gelip gitti, gelip gitti... O söz bana öyle büyük bir özgüven ve umut vermişti ki hiçbir kitabını okumadığım Sandor Marai’nin bende hep çok kıymetli bir yeri oldu. Geçtiğimiz ay Macar arkadaşım Zagreb’de doğum günü yemeğine davet etti. Bir sene önceki toplantıdan sonra Linkedin’de bir post yazmıştı. “Kimileriyle kedileri konuştum, kimileriyle Sandor Marai’yi…” Ben kedileri konuştuğu kişiydim. Bu post aklıma gelince geçenlerde yeniden Sandor Marai’nin kitaplarını aramaya başladım. Trendyol’da kitapları vardı ama konusunu anlamak mümkün değildi. Konu yine ortada kaldı. Sandor Marai belli ki yine okunamayacaktı. Geçen hafta Cumartesi kuzenimin eşi hep birlikte katıldığımız bir etkinlik dönüşünde bir kitapçıya girdi. Açıkçası hiç kitapların içinde kaybolasım yoktu. Kendi kendime dedim ki “zahmete katlanmadan önüme ilginç bir kitap düşse keşke!” Kırmızı Kedi yayınevinde siyasi kitaplar içerisinde önüme ne düşebilirdi? Kapıdan girdim, karşımda rafta kapıya dönük olarak konuşlandırılmış kitabı gördüm: “Sandor Marai – Mumlar Sonuna Kadar Yanar.” Özenle seçilerek oraya konmuş gibiydi. Kitabı yarıladım. Bazen “7 saniye içinde” bir kitabın hayatınızda önemli olacağını anlarsınız. Belli ki Sandor Marai’nin önüme düşeceği zaman 2025 yılının kış aylarıydı. Sadakatin onurlandırıldığı bir dünyaya aidiyet duyasım vardı. Sadakat – insanlar enayilik olarak görmesine rağmen – beni ben yapan en önemli unsurlardan biriydi. İlk defa taçlandırılıyordu. 35 yaşından sonra artık “iyi” bir insan olmanın mahsuru olmadığını kabullenmeye başladım. Yavaş yavaş bunu kabullenirken önüme bu kitap düşüverdi. Sadakatin yanı sıra 41 senelik bir bekleyişten de bahsediyordu. Bekleyiş… Sanıyorum bu geçtiğimiz birkaç ayın teması olmalı. Üstelik hiçbir neden yokken kavuşacağımıza inandım. Sadakatle bekledim diyecek halim yok, aramızda sadakat bağı tabi ki oluşmadı. Fakat şu bir gerçek – birilerini sevmeye çalışırken bile seni aklımdan çıkaramadım. Bunun bir açıklaması yoktu. Mantığı da yoktu. Geçen sene bir aradayken seni saatlerce reddetmiş olmama rağmen “bir gün kavuşma” özlemiyle koca bir sene geçirdim. Tamam bir tür kaçıştı bu… Gerçeklerden kaçış… Ama time line’larım shift etti seninle – veya sembolize ettiğin duyguyla! İki kere. İki kere haberin olmadan senin sayende bana zarar veren insanlardan vazgeçmeye muvaffak oldum. Seni görmeye hazırlanıyorum. Başka hiçbir şeye odaklanamıyorum. Ve ortasına geldiğim kitap bana ne demek istiyor çok merak ediyorum. | ||
|